Alem
Alem
Kainat, mahlûkat, mevcûdat, mümkinat masiva,
felek, yaratılmışların tümü, kısacası Cenab-ı
Allah'ın dışında kalan ve yeryüzü ile
gökyüzündeki maddî, manevî bütün eşya ve varlıklar. Kainat,
bütün yaratılmışlar, havadis, evrende var olan her
şey alemi oluşturmaktadır. Kainattaki bütün varlıkların
her bir türü de ayrı bir alem oluşturmaktadır. Cinler
alemi, ins alemi, ruhlar alemi, hayvanlar alemi, melekler alemi...
gibi. Bu saydığımız alemlerin her biri de kendi arasında
bir çok alem ve türe ayrılmaktadırlar. Bütün bunlar yani
kainat, kendisinden başka bir varlığın mevcut
olduğuna tanıktır. Bunlar Allah'ın
varlığının en büyük delili ve alameti olduğundan
dolayı alem adını almıştır.
Kur'an "Alemlerin Rabbi" derken, kainattaki
bütün varlıklar ve sınıflar olan "Alemîn'i
kasdetmektedir. Alem kelimesi genellikle Kur'an-ı Kerim'de çoğul
olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında İslam, dünya
ve ahiret alemleri olarak da iki ayrı alemden söz etmektedir.
Dünya ve ahiret alemleri içinde bulunan bütün varlıklar o alemi
oluşturmakta; hepsi birden ise kainatı meydana getirmektedir.
Bunların da yaratıcısı Allah'tır. Dünya ve
ahiret alemleri ele alındığında kelime itibariyle
yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen
ahiret ise, sonra yaşanacak bir alemdir. Dünya aleminin diğer
adı "Fani" yani "geçici alem"; ahiretin diğer
adı ise "bakî alem"dir. Bu iki alem yalan alem (dünya)
ve gerçek alem (ahiret) şeklinde kullanıldığı
gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükafaat alemi
şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk
alem, ahiret de son alem oluyor.
Cenab-ı Hakk A'raf suresinde; "Şüphesiz
Rabbiniz yeri, göğü altı günde yaratan, sonra Arş'a hükmedendir.
O, gece ile onu durmadan takip eden gündüzü bürür. Emrine amade olan
güneş, ay ve yıldızları da yaratmıştır.
İyi biliniz ki yaratmak ve (insanlara) emretmek yalnız ona
özgüdür. Alemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir. " (A'raf,
7/54) buyurarak kainatın, alemin nasıl
yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde,
hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek alemin ikiye
ayrıldığını, bunlardan birinin 'Emir alemi', diğerinin
'Halk (yaratma) alemi' olduğunu ifade buyurmaktadır.
Emir alemine, ğayb, melekût, ceberût rûhanî,
nûranî, ulvî ve manevî alem adı verildiği gibi, halk
alemine de şehadet, mülk, zulmanî, cismanî, maddî ve süflî
alem her iki alem birlikte ve aynı anda mevcut bulunmaktadır.
Emir alemi rûhanî ve manevî alem denilmektedir. Emir ve halk
alemleri yaratıldıktan sonra içiçe olmuş insanın bu
iki alemdeki ilişkileri de birbirleriyle sürekli münasebet halinde
bulunmuştur. Şu halde halk alemi maddî ve cismanîdir. Bunun
için aynı zaman ve mekan içinde birlikte bulunmaları mümkün
olmaktadır. Aynen ruh ile bedenin birlikte bulundukları gibi.
Emir, yani ruhanî alem zaman ve mekana gerek duymamaktadır.
Mutasavvıfların üzerinde durdukları alem budur. Onlar
rûhanî aleme salih amel, ilham, aşk ve keşf ile nüfuz
etmeye çalışmaktadırlar. Mutasavvıflar birçok
hususta 'felsefe'nin etkisinde oldukları için aleme bakışları
da felsefi ekollerin görüşlerini yansıtır. Alem
hakkındaki görüşleri daha çok Yeni Eflatuncuların görüşüne
benzemektedir. Bunun için alemdeki beş mertebeden söz ederek
bunlara "Hazarat-ı Hamse" adını verirler. onlara
göre alemin beş ayrı mertebesi vardır:
1-Ulûhiyyet Mertebesi. 2-Ruhlar mertebesi (Emir alemi),
3-Misal alemi, 4-Cisim alemi, 5-İnsan-ı Kamil (olgun insan).
İslam mutasavvıf ve düşünürleri bu
çerçeve içinde meseleyi değerlendirirken beş ayrı kanaat
ileri sürmüşlerdir:
1-Bu alem var olması imkan dahilinde olan
alemlerin en iyisidir. Bundan daha güzelinin yaratılması mümkün
değildir. Buna "mutlak iyimserlik" denir.
2-Bu alem var olması imkan dahilinde olan
alemlerin en kötüsüdür. Ebû A'la el-Maarri'nin savunduğu bu görüşe
de "mutlak kötümserlik" denir.
3-Bu alemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur.
Fakat iyilik daha çoktur. Onun içinde buna "nisbî iyimserlik"
adı verilmiştir.
4-Bu alemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur.
Fakat kötülük iyiliğe nazaran çok daha fazladır. Buna da
"izafî karamsarlık" denir.
5-Bu, çözülmesi asla mümkün olmayan bir problemdir.
Onun için insanlar bu hususta görüş belirtemezler.
Dolayısıyla çekimser kalınıp "bu konuda tavakkuf
etmek gerekir", denilmektedir.
Filozofların alem hakkındaki görüşlerine
gelince; Yunan filozofları bu meseleyi çözmek için çok uğramışlardır.
Yunan filozoflarının alem hakkındaki görüşlerine
İslam filozofları da çok büyük önem vermişlerdir.
Aristo bu kainatın ezelî olduğuna inanıyordu. Ona göre,
bu alemin şekil itibariyle değil de asıl maddesi ezeli idi.
Bunun aslî maddesi önceden mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki
şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da alem kendi kendini
yönetmiştir.
Eflatun ise meseleye daha değişik
bakmıştır. Ona göre biri ideler, diğeri gölgeler
alemi olmak üzere iki alem var olup, bunlar birbirlerine bağlıdır.
Duyu organlarımızla algıladığımız madde
alemi ideler aleminin bir gölgesidir. Dolayısıyla bu maddî
alemin varlığı ideler alemine bağlıdır.
İslam filozofları ise, eski Yunan
felsefesini, İslam'ın kainat hakkındaki ahenk
anlayışı ile mezc ederek İslam'a sokmuşlardır.
Buna bağlı olarak, Kainatın ezelî olduğu
inancını taşıdıklarından dolayı
İmam Gazzalî ve İbn Teymiyye gibi Ehl-i Sünnet çizgisini
koruyan alim ve düşünürler filozofları tekfir
etmişlerdir. Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi
filozoflar akıl alemi, nefis alemi ve tabiat alemi gibi üç ayrı
alemden söz etmektedirler. Bunlara karşı İslam'ın
saf ve gerçek akîdesini korumağa çalışan İmam Gazzalî
ise, Mülk alemi, Melekût alemi ve Ceberût alemi diye üç alemi
kabul etmiştir.
Alem-i A'la: En yüce alem demek olup kainatı
yaratan Rabbü'l-alemînin Rubûbiyet alemidir.
Alem-i Berzah: Berzah, iki şey arasına
giren engel, iki nesneyi birbirinden ayıran şey demektir. Dünya
ile ahiret arasına girdiği için ölüm anından
kıyamete, insanların tekrar dirilmelerine kadar geçecek olan
zamana da Berzah denilmiştir.
İslamî bir terim olarak alemi berzah ise
insanların ölüm anından itibaren ruhlarının
gittiği ve kıyamete kadar geçici olarak bulunduğu yere
denir. (Ö.N. Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 247). Bu, ahiret
hayatının ilk merhalesidir.
Ölümle beden hayatiyetini kaybeder. Fakat ruh ölmez.
Ruh bedeni terkedince daha üstün bir alem olan alem-i berzaha intikal
eder. Kıyamette, insanların tekrar diriltilmesine kadar orada
kalır.
İnsan ruhunun üç safhası vardır:
a-Dünyada bedenimizdeki durumu,
b-Öldükten sonra alem-i berzahdaki durumu,
c-Ahirette tekrar dirilme ile başlayan durumu.
Dünyada ruhumuz bedenimizle beraberdir. Mutluluk ve
mutsuzluğu, keder ve sevinci ruhumuz bedenimizle beraber tadar.
Ahirette, tekrar dirilince de durum böyle olacaktır.
Alem-i berzah'da ise azap ve nîmeti tadan sadece
ruhtur. Gerçi insan bu dünyada yaptığı iyi veya kötü
amelinin karşılığını ahirette tekrar
dirildikten sonra görecektir. Ama berzah aleminde de bunu az veya çok
tadacaktır. Kur'an-ı Kerîm'in bildirdiğine göre alem-i
berzah'da Firavun ve yandaşları gibi kafirler azap görecekler
(el-Mü'min, 40/45-46), güzel amel işleyen müminler ise Allah'ın
mükafat ve nîmetine mazhar olacaklardır. (Ali İmran,
3/169-171).
Ruhun alem-i berzahdaki durumu insanın uyku haline
benzetilebilir. İnsanın uyku hali nasıl ki
yaşayışla ölüm arasında başka bir alemdir;
bunun gibi alem-i berzah da dünya hayatı ile ahiret hayatı
arasında ve fakat tamamen değişik bir alemdir.
Alem-i Ceberût: Tasavvuf; bir terim olarak Ceberût;
cebir ve zorlama demektir. İlahî kudret ve iradenin etkili olduğu
aleme ceberût alemi adı verilmiştir. Burada insan veya
başka hiç bir 'mahlûk'un güç ve iradesi etkili değildir.
Kelime olarak İbranice'de kudret anlamına gelen "Geburah"
kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut alemi; mülk alemi ile
Melekût alemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta alem olan
Ceberût alemi, üstte olan Lahût alemi ile altta olan Melekût
aleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu't-Ta'rîfat, Ceberût
mad.) Bu da Eflatun'un ideler aleminin aynısıdır.
Başka bir tarife göre ise, Ceberût Alemi Allah'ın
takdîrinin yani 'kaza'sının bulunduğu yerdir.
Alem-i Emr: Maddî olmayan, akıl ve hisle
kavranmayan alemdir. Alem-i Emr ile Alem-i Halk'ın üstündeki her
şey akla ve hisse kapalıdır. Ruh ve Melekler bu aleme
dahildir. Buna Alem-i Ğayb ve Alem-i Melekût adı da
verilmektedir.
Alem-i Ervah: Ruhlar alemi demek olup insan ruhlarının
beden vasıtasıyla dünya hayatına kavuşmadan ve
öldükten sonra bulundukları yere verilen isimdir. Dünyaya gelip
insanın bedenine giren ruh daima bu aslî vatanını
özlemektedir. Bu ayrılık döneminde yani dünyada insan
bedeninde bulunurken garîb sayılır. Burada
yaratılmış bulunan ruhlar, hem kendilerini hem de
diğer ruhları tanırlar.
Alem-i Esma' ve Sıfat: Cenab-ı
Allah'ın isim ve sıfatlarının oluşturduğu
aleme verilen isimdir
Alem-i Halk: Mahlûkat yani yaratılmışlar
alemidir. Alem-i Emr'in karşıtı olan Alem-i Halk; madde,
eşya ve a'yan alemidir. Burada sebep-sonuç ilişkisi geçerli
olup her şey akıl ve duyu organlarıyla bilinebilir. Alem-i
Halk, Alem-i Emr'e bağlıdır. Çeşitli sebep ve
hikmetlere binaen tedricî bir şekilde
yaratılmıştır. Buna aynı zamanda Alem-i Mülk
veya Alem-i şehadet de denilmektedir.
Alem-i Kübra: En büyük alem anlamında olup
buna Alem-i Ekber adı da verilmektedir. Alem-i Suğra'nın
aksi olarak görülen Alem-i Kübra'ya dış görünüşe göre
kainat denmektedir. Buna göre Alem-i Suğra da insanın
kendisidir. Bunun için felsefe ve tasavvufta bu iki alem şöyle
ifade edilir: "Alem büyük bir insandır. İnsan ise küçük
bir alemdir." Bu da insan yapısı ile kainat arasındaki
benzerlikten kaynaklanmaktadır. Zîra insan maddî bir vücûda,
duyan bir ruha ve düşünen bir akla sahiptir. İnsanı
kuşatan kainat da bu üç alemden ibarettir.
Alem-i Melekût: Tasavvufi bir tabir olup, Alem-i
Mülk ile Alem-i Ceberûttan sonraki alemdir. Buna 'Ğayb Alemi' adı
da verilir. Mana ve ruh alemidir. İslam filozof ve mutasavvıflarına
göre Melekût alemi duyularla algılanan kainatın
dışında kalan, yalnız düşüncede yaşayan ve
görünmeyen varlıkların bulunduğu alemdir.
Alem-i Misal: Ruhlar alemi ile cisim alemi arasında
bulunan bir geçiş alemidir. Bunun diğer adı 'Alem-i
Berzah'tır.
Alem-i Mülk: Alem-i Halk olarak da bilinen Alem-i
Mülk dünyanın kendisidir. Buna Alem-i Şehadet de
denilmektedir.
Alem-i Suğra: En küçük alem demektir. Bu da
insanın kendisidir. Alem-i Kübra'nın
karşılığı olarak kabul edilir. İnsan küçük
alem; alem ise, büyük insandır. İnsan ile kainat arasında
ilişki kuranlar kainatta var olan her şeyin bir benzerinin
insanda da var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu da bir felsefe ve
tasavvuf tabiridir.
Şamil İA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.