Kalıtımın Tarihçesi 
Kalıtımın  Tarihçesi  
 1865:    Avusturyalı Gregor  Mendel   kalıtımın ilk yasalarını buldu .  Bu yasalar ,  kalıtsal özellikleri denetleyen  bağımsız ve yeniden üretebilen elementlerin varlığına dayanıyordu .  
 1910:    Amerikalı Thomas Morgan  , genleri  taşıyanların  kromozomlar olduğunu ortaya çıkardı .  Morgan bu çalışmasıyla 1933'te Nobel Ödülü  kazandı .  
 1940:   Amarikalı  George Beadle   ve Edward Tatum'la  Fransız Boris  Epnrussi  bir genle bir enzimin  etkinlikleri arasındaki ilişkiyi buldular .  
 1944:    Amerikalı Oswald  Avery  ,  Colin  McLeod  ve McLyn  McCarthy  ,   kromozomların sanıldığı gibi proteinlerden değil ,  DNA‘dan yapıldığı gösterdiler .  1953:  Amerikalı James Watson ve İngiliz Francis Crick  ,  DNA'nın ikili sarmal yapısını açıkladılar .   Watson ve Crick  bu çalış  malarıyla  1962 yılında Nobel ödülü aldılar .  
 1966:    Amerikalı G .  Khorana  ve M .   Nirenberg  DNA sarmalındaki üç bazın bir aminoasit oluştur duğunu  buldular .  
 1976  :  İngiliz Frederick  Sanger   ve Amerikalı William Gilbert  ,  DNA dizilişi tekniğini  açıklayarak 1980'de Nobel ödülü aldılar .       
 1984:    Fransız Jean Dausset  ,  insan  polimorfizmi  araştırma larının  yapıldığı bir  merkez kurdu .  Merkezin amacı hasta ailelerden DNA örnekleri topla maktı  .  
 1988:    İnsan genomu çalış malarını  planlamak için ulus lararası  bir kuruluş olan İnsan Genom Organizasyonu   ( Human  Genome  Organization -HUGO )  kuruldu .    
 1990:    Ana amacı insan genomundaki bazların  dizilişini  bulmak ve genlerin yerini belirlemek olan İnsan Genom Projesi başladı .  
 1995:   Craig  Venter'ın  yönettiği Genom Araştırmaları Enstitüsü  ( The  Institute  for  Genomic  Research  )  Haemophilus   influenzae     adlı 
 1998:   Celera  Genomics  adlı bir  genom dizilişi bulma şirketi kuran Craig  Venter  ,  insanın gen haritasını kamu projesinden daha  önce bitireceğini açıkladı .  
 1999:    Dizilişi tamamlanan ilk kromozom olan 22 .  kromozomun dizilişi Aralık ayında  yayımlandı .  
 2000:    Nisan ayında Craig  Venter   genom haritasının taslağını tamamladıklarını açıkladı .  
 2000:    İnsan Genom Projesi'nde çalışan Alman ve Japon bilim adamları ,  21 .  kromozomun baz  dizilişini Mayıs ayında tamamladılar .  
  
DNA                  Deoksiribonükleik   asit ,  DNA ,  hücrelerin bilgi deposudur .  Bir hücreyi ya da organizmayı oluşturmak  için gerekli tüm bilgileri içerir .  Diğer pek çok iletişim sisteminde olduğu gibi  bu bilgiler de kodlanmış olarak taşınır .  DNA ,  çok ince ve çok uzun bir çift  iplikçikten oluşur .  Yapı taşları nükleotid denilen moleküllerdir .  Nükleotidler  üç bölümden oluşur: Bir fosfat grubu  ( H 3 PO 4    )  ,  beş karbonlu bir şeker ve bir organik baz   ( adenin  ,  guanin  ,  sitozin  ya da  timin )  .  Nükleotidin şeker parçasındaki karbonlar ,  baz   ve fosfat gruplarının bağlanması için gereklidir .  Bu şekerin 1'  numaralı  karbonu baz  molekülüyle ,  5'  ucundaki  grubuysa fosfatla bağlanır .  Böylece oluşan nükleotidler birbirleriyle özel bir  şekilde birleşerek ,  polinükleotid  zincirlerini  oluştururlar .  Bu birleşmede her zaman ilk nükleotidin şekerinin 3'  grubuyla ,   buna eklenecek nükleotidin 5'  ucunda  bulunan fosfat grubu birleşir .  Bu nedenle polinükleotid   zincirleri belli bir yöne sahip olur  ( 5'   dan 3'  a doğru )  .   DNA molekülü ,  iki polinükleotid  zincirinin  birbirlerine sarılmasıyla oluşur .  Şeker ve fosfattan oluşan iskelet bu ikili  sarmalın dış bölümünü oluştururken ,  bazlar  da  sarmalın iç bölgesinde birbirleriyle karşılıklı olarak birleşirler .  Bu baz  çiftleri ,  sarmalda birbiri üzerine gelen paralel  düzlemler oluştururlar .  Sarmalı oluşturan polinükleotid   zincirlerinin yönleri zıttır; birinin 5'  ucu ,   diğerinin 3'  ucuyla  aynı yöndedir .  Bu iki zincir ,  hidrofobik   etkileşimlere ek olarak karşılıklı dizilmiş bazlar   arasında oluşan hidrojen bağları sayesinde bir arada tutulur .  Adenin   ( A )  her zaman timinle  ( T )  birleşir ve  aralarında 2 hidrojen bağı kurulur; guaninse   ( G )  sitozinle   ( C )  birleşir ve aralarında 3 hidrojen bağı  kurulur .  Bir DNA molekülündeki guanin +sitozin   nükleotidlerin oranı ne kadar çok ise DNA'nın iki ipliğini birbirinden ayırmak  da o kadar güçtür .   
  
 DNA'nın Görevleri:  
 v        Hücre bölünmesi sırasında  ( interfazda  )   kendine eşleyerek ana hücrenin DNA'sı kadar DNA'nın oğul hücrelere değişmeden  aktarılmasını sağlar .   ( replikasyon  )  
  v          Kalıtsal bilgi taşır .  
  v          Hücrelerde RNA ,  protein ve enzim sentezini gerçekleştirir .  
  v          Mutasyon denilen kalıtsal değişikliklere olanak sağlar .  
  
 DNA Eşlemesi  ( replikasyon  )   
               Bir organizmanın aynı tip hücrelerinde DNA'nın hem  kimyasal özelliği hem de toplam miktarı dölden  döle  sabit kalır .  Bunun nedeni DNA'nın kendini eşlemesidir .   Ø         Öncelikle eşleme sırasında kullanılacak  adenin  ,  timin ,  sitozin  ve guanin  nükleotidlerin ortamda hazır bulunması  gerekir .  Bunun için Deoksiriboz +Organik baz +Fosforik asitlerden çok sayıda nükleotid  sentezlenir .   Ø         Hücre mitoz bölünmeye hazırlanırken DNA bütün uzunluğu boyunca  bütün kromozomlarda ,  zayıf hidrojen bağlarını kopmasıyla iki polinükleotid  zinciri fermuar gibi açılmaya başlar .   Bu şekilde ayrılan her iki koldaki bazların  uçları  açık kalır .   Ø         Hücrenin hammadde deposunda bulunan nükleotidler açıkta kalan bazların  karşısında ,  uygun olacak şekilde yerlerini  alırlar .   Ø         Böylece ayrılan dizilerin her biri ,  kaybettiği nükleotid eşlerinin  yerine tamamen aynı   çeşitten eşler alıp yeni birer ikili dizi oluştururlar .  İkinci dizi birincinin  tamamlayıcısı olur .    Ø           Sarmalın sonuna geldiğinde bilgisi değişmemiş iki DNA ortaya çıkar .  
  
DNA  Molekül Modelinin Denenmesi:                      E .  Coli   bakterisi tek azot kaynağı olarak ağır izotopu  ( N 15  )   içeren bir besiyerinde  üretilirse bakteri DNA'sının  bütün nükleotid bazları  izotopla etkilenir .  Böyle bir  DNA ,  bakterilerden elde edilip santrifüj  edildiğinde ,   ağır DNA'nın  ( N 15 -  DNA )  normal azot  ( N 14  )   içeren hafif DNA'dan  ( N 14 -DNA )   daha hızlı çöktüğü görülmüştür .  Böylelikle DNA'ların birbirinden ayırt edilmesi  sağlanmıştır .  
             Ağır  ( N15  )   DNA içeren bakteriler normal azot içeren bir besiyerine    ( N 14  besiyeri  )  aktarıldığında üremişler ve DNA'nın  yapımında N 14   kullanarak çoğalmışlardır .  Bakteri sayısının iki katına çıktığı bir zamanda   ( 1 . oğul döl  )  izole edilen DNA'nın normal N 14 -DNA'dan  ağır fakat N 15 -DNA'dan  hafif olduğu saptanmıştır .  Buna göre birinci oğul döl   bakterilerin DNA'larında bir ağır zincir  ( N 15  )   ve bir de yeni yapılmış hafif N 14   zinciri bulunduğu kabul edilmiştir .  
             N14  besiyerinde  üreyen ikinci oğul  döl  bakterilerde ise bazı DNA moleküllerinin sadece N 14   ihtiva ettikleri tespit edilmiştir .  Bu DNA molekülleri ancak birinci döl  bakterilerinin N 14 -DNA  zincirlerinin replikasyonu  sonunda ortaya  çıkabilirdi .  İkinci döldeki  bakterilerde bundan başka  N 14 -N 15 -DNA   ( melez )  molekülleri de görülmüştür .  Bunların bir zinciri N 14 -DNA  diğeri N 15 -DNA'dan  oluşmuştur .  Bu melez N 14 -N 15   DNA molekülleri birinci döl  bakterilerindeki N 15   DNA zincirlerinin N 14   nükleotidlerle replikasyonu  sonucu ortaya çıkmıştır .   Daha sonraki döllerde  N 14   moleküllerinin oranı gittikçe artmıştır .  
 DNA'larımızda Neden Hata  Olur?    
Bilim adamları ,  genlerimizdeki bilgileri açığa  çıkardıkça ,  DNA'larımızda bir çok  hatanın olduğunu da  buldular .  Bir insan hücresinde 46 kromozomun içine paketlenmiş 3 milyar baz  çifti içeren yaklaşık 190 cm   uzunluğunda DNA bulunur .  İnsan hücreleri yaşam süresince sürekli bölünerek  çoğalır .  Bir hücre bölünmeden önce ,  içindeki DNA miktarı iki katına çıkar .   Bölünme tamamlanınca da her hücrede eski miktarında DNA bulunur .  
              Her birimiz anne  babalarımızdan yüzlerce kalıtsal mutasyonu miras alırız .  Bizim anne babalarımız  da kendi anne babalarında alırlar .  Bundan   başka  da hücrelerimizde bulunan DNA yaşamımız boyunca yaklaşık 30  yeni   mutasyon geçirir .  
             Bu mutasyonlar ,  DNA'nın eşlenmesi ,  hücre bölünmesi ya da çevrenin verdiği zararlar  sonucunda oluşur .  DNA parçacıkları  kopabilir ,  kırılabilir ya da DNA dizisine yeni parça katılabilir .  Mutasyonların  çoğu ,  yalnızca bir geni yapmak için gereken bilgiyi içermeyen DNA kısımlarını  etkiler ,  bu gibi durumlar sorun yaratmaz .  Ancak ,  bir hücreyi belirli bir  proteini yapmaya yönlendiren DNA iletisini değiştiren bir mutasyon oluştuğunda  sorun ortaya çıkar .  DNA'nın yapısında yer alan adenin  ,  sitozin  ,  guanin  ve timin bazlarının  farklı dizilişleriyle iletiler yerine  ulaşır .  
             Canlı kalmak ve işlevleri sürdürmek için insan vücudunun her gün  milyonlarca taze protein molekülüne gereksinimi vardır .  50000 çeşit olan bu  proteinler uygun zamanda ,  uygun yerde ve uygun miktarda sağlanmalıdır .  Yalnızca  bir tek bazın bile hatalı olması yanlış aminoasitin   oluşmasıyla sonuçlanır .  Aminoasitlerde oluşan bir hata da aminoasitlerin  yapısına katıldığı proteinin değişmesiyle sonuçlanır .  Bir ya da iki bazın  kaybolmasıysa her bir baz  üçlüsünün yanlış  okunmasıyla sonuçlanır .  Bu okuma hataları ,  genellikle hücrelerin protein  yapamamasına yol açar . 
             DNA'daki kalıtsal bilgiler proteinlere doğrudan aktarılamaz .  DNA'daki  bilgiler ,  RNA‘da kopyalanır .  RNA ,  gerçekte DNA'daki bilgiyi proteine aktaran bir  aracıdır .  DNA hücre çekirdeğinin içinden hiç ayrılmaz; ancak kalıtsal bilgiyi  RNA'ya aktarır .  Bir proteinin yapımı için gereken tüm bilgiler DNA'da ayrı  parçacıklar halinde vardır .  Bu bilgiler hücre dışına çıkmadan önce  birleştirilmelidir .  İşte ,  bu birleştirme aşaması kalıtsal hastalıklar bakımından  önem taşır ,  çünkü birçok kalıtsal hastalık birleştirme sırasındaki bozukluklara  bağlı olarak ortaya çıkar . 
             Kimi kalıtsal hastalıklar daha yaygın ,  kimi daha ender olarak görülür .  Bu  durumu belirleyen etken ,  kromozomun büyüklüğüdür .  Kromozomun büyük olması ,   herhangi bir yerinde hata olması olasılığını artırır .  
   Polimeraz   Zincir  Reaksiyonu ,  PCR                 Moleküler klonlama , DNA  parçalarının bakterilerde çoğaltılmasını  sağlar .  DNA moleküllerinin çoğaltılabileceği bir başka yol da ,  1988'de Kary  Mullis'in   geliştirdiği polimeraz  zincir  reaksiyonu , PCR  ,  yöntemidir .  Çoğaltılmak istenilen DNA parçasının bir  kısmının dizilimi bilindiğinde ,  PCR sayesinde bu DNA parçası tümüyle laboratuvar  koşullarında çok fazla miktarda elde  edilebilir .  DNA moleküllerinin sayısı her çevrimde bir öncekinin iki katına  çıkar .  Tek bir DNA molekülü 30 çevrim sonunda yaklaşık bir milyar tane olur .  Bu  yöntem sayesinde başlangıç için çok az miktarda DNA yeterli olur .  Çoğaltılmak  istenen DNA ısıtılarak ,  iki zinciri birbirinden ayrılır .  Daha sonra soğutularak 15-20  bazlık yapay DNA parçalarıyla  ( primerler  )   birleşmesi sağlanır .  “Taq   polimeraz ” denilen   özel   bir enzim yardımıyla ,  primerlerden  başlayarak yeni  DNA zincirleri sentezlenir .  Sonuçta ,  bir çevrim sonunda ilkinin aynı iki DNA  molekülü elde edilmiş olur .   
    
 Sanger    Yöntemiyle DNA Nükleotid Diziliminin Belirlenmesi 
             Dideoksinükleotidler  ,   deoksinükleotidlerdeki  gibi 2'-OH grupları yanında ayrıca ,  3'-OH  gruplarını da kaybetmiş nükleotidlerdir .  Bu nükleotidler ,  sentezlenmekte olan  DNA' ya rahatça bağlanabilirler .  Ancak 3'-OH grupları olmadığı için ,  DNA sentezi  sırasında bir sonraki nükleotid bunlara bağlanamaz ve sentez sona erer .  DNA'nın  nükleotid dizilimi belirleneceği zaman ,  DNA sentezi radyoaktif olarak  işaretlenmiş bir primer  ile başlatılır .  Dört farklı  reaksiyon yürütülür .  Bunların her birinde bir tip  dideoksinükleotid  ve diğer normal deoksinükleotidler   kullanılır .  Dideoksinükleotid  sentezlenen DNA'ya  eklendiği zaman DNA sentezi durur .  Bu durumda her bir reaksiyon ,  radyoaktif primerlerle  başlayıp  dideoksinükleotidle  biten bir seri DNA molekülü oluşturur .  Bu dört  reaksiyonun ürünleri otoradyografiyle  incelenerek ,   DNA'nın nükleotid dizilimi belirlenir .    
Rekombinant    ( melez )  DNA parçalarının Hazırlanması    
Rekombinant   bir DNA  molekülü   oluşturmak için kullanılacak DNA parçaları ,  genellikle “restriksiyon ”  enzimler kullanarak elde edilir .  Bu enzimlerin çoğu kesim yaptıkları bölgede tek  zincirden oluşan bir DNA parçası oluştururlar .  İki farklı DNA molekülünün bu  birbirini tamamlayan tek zincirleri ,  karşılıklı bazların   eşlenmesi yoluyla birleşir .  Bu birleşme ,  DNA iplerindeki kırıkları birleştiren  DNA ligaz  enzimiyle sağlamlaştırılır .  
  
PROTEİN  SENTEZİ 
                Protein sentezi için gerekli  olan bütün elemanlar; ribozomlar ,  tRNA  ,  mRNA  ,  aktifleyici   enzimler ,  GTP ,  ATP ,  Mg++  ve aminoasitlerdir .  Ribozomlar protein  sentez yerleridir .   
Hücre hangi protein  molekülüne ihtiyaç duyuyorsa bu proteinin sentezlenmesi için önce iki iplikli  DNA'nın iplikleri birbirinden ayrılır .  Bu ipliklerden biri kalıp görevi yapar .   Buna anlamlı dizi denir .  Bu arada DNA üzerinden sentezlenen  mRNA  ,    DNA zincirinin anlamlı ipliğinin kop yasını  alır  ( Transkripsiyon )  .    Hücre 
 Nin    ribozomlarına bu şifreyi taşır ve ribozomun küçük alt birimine bağla nır  .  mRNA    poliribozomları  meydana getirir .  
Böylelikle mRNA  molekülünün aynı anda bir  çok  ribozom üzerinde fonksiyon görmesi mümkün olur .   mRNA  üzerindeki özel baz  dizilerinin protein  zinciri sentezi için başlama ve durma işaretleri yaptığı bilinmektedir .  Protein  sentezinde mRNA  üzerindeki başlama kodonu  AUG'dir  .  AUG metinonin  aminoasitini   temsil eden şifredir .  Ribozomlar bu kodonu  tanır ve  protein bu kodonla  başlar .  Bu arada sitoplazmadaki  aminoasitler ATP enerjisinden  yararlanarak aktifleyici  enzimler tarafında aktive  edilirler .  Bu enzimlerin diğer bir görevi aminoasitleri taşıyıcı RNA'ya  bağlayarak tRNA -aminoasit  kompleksi  meydana getirmektir .  Bu aminoasit-tRNA  kompleksi  ribozom ve mRNA'dan   oluşan komplekse bağlanır .  Bu bağlanmada tRNA'ların  antikodon  ucunda bir aminoasit taşınmaktadır .  tRNA'lar  ribozomun büyük alt birimindeki bölgeye  bağlanır .  Ribozoma bağlanan tRNA'nın  antikodonu  ile mRNA'nın  kodonları  arasında baz   çiftleri karşılıklı gelir .  Geçici olarak birleşirler .  Enzimlerin faaliyeti ile  aminoasitler dehidrasyon  sentezi sonucu birbirlerine peptit  bağlarıyla bağlanırlar .  Her iki aminoasitin  birleşmesi sırasında aradan bir molekül  su açığa çıkar .  mRNA'nın  ribozom üzerinde ya da  ribozomun mRNA  üzerinde belirli bir yönde kayması  ile yeni antikodon  ve kodonlar   karşılıklı gelir .  Bu arada ikinci bir tRNA  da  ribozoma ve mRNA'nın  ikinci  kodonuna  bağlanır .  Böylece polipeptit  zinciri  başlar .  mRNA'nın  her bir hareketi ile yeni bir kodon  büyüyen polipeptit   zincirinin diğer bir aminoasitini  taşıyan yeni bir tRNA  ile bağlanmak üzere pozisyona girer .  Böylece  protein sentezlenmeye ve molekül oluşmaya başlar .  Görevi biten tRNA'lar  ribozomdan ayrılır .  Protein sentezi mRNA  üzerinde dur kodonları   gelinceye kadar devam eder .  AUG ,  UGA ve UAA kodonları   protein sentezini durduran sinyaller olarak bilinir .  ( Dur  kodonlarından  herhangi biri sentezin durması için yeterlidir .  ) Durdurucu kodonlardan  sonra sentezlenmiş olan protein  ribozomdan ayrılır .  Bu arada mRNA  da serbest kalır .   Ribozomun büyük ve küçük alt birimlerinden ayrılır .     
     Bir  hücre bölüneceği zaman DNA kendini eşler ve hücredeki miktarı iki katına çıkar  ( replikasyon  )  .   DNA'da depo edilmiş olan bilgi genetik 
şifreler halinde mRNA'ya  aktarılır .  Bu olaya transkripsiyon denir .   Protein sentezi sırasında mRNA'nın  ribozomlara  getirdiği şifreye uygun 
protein sentezi yapılır .   Buna da translasyon  adı verilir .  Bilgi akımı DNA'dan mRNA'ya  ve protein sentezine doğrudur .  Bu olayların  tümüne 
santral doğma denir .  DNA'nın  kendini eşlemesi sırasında oluşacak olan mutasyonlar kalıtsaldır ve hücrelere  aktarılır .  
Klonlama   Yetişkin bir canlıdan alınan herhangi bir bedensel   ( somatik )  hücrenin kullanılmasıyla canlının “genetik ikizi”nin yaratılmasına klonlama  denir .  Dolly'nin   yaratılmasında kullanılan klonlama  yöntemi ,  bedensel  hücre çekirdek transferi olarak adlandırılıyor .  Bu yöntemde araştırmacılar ,  bir  hücrenin çekirdeğini alarak hücrenin genetik materyalini içeren DNA çekirdekte  bulunur- sonra bunu kendi hücre çekirdeği ,  yani DNA'sı çıkarılmış bir yumurta  hücresine aktarıyorlar .  Ortaya çıkan embriyonun her bir hücresinde ,  çekirdeği  veren hücrenin DNA'sı bulunuyor .  Daha sonra da embriyo ,  bir dişinin rahmine  yerleştiriliyor .   
Yapılan bir araştırmada ,   Dolly'nin  mitokondrisindeki  ( hücrenin enerji santrali )  genlerin ,  deneyde  yer alan başka bir koyuna ait olduğu ortaya çıktı .  Bu sonuçlar bilim adamlarını  çok şaşırttı: Dolly  ve genetik ikizi birbirlerine  tam olarak ne kadar benziyor? 
               Çekirdek transferi  yönteminde bir verici hücre çekirdek DNA'sı çıkarılmış bir yumurta hücresiyle  birleştiriliyor .  Bu birleşme sonucu gelişen hayvanın kromozomları da yalnızca  verici hücreden geliyor .  Ortaya çıkan yavru ,  vericinin genetik ikizi oluyor .   Fakat yine de ,  yavrunun tam bir klon  olup olmadığı  kesin değil .  .  .  Hücredeki genetik materyalin büyük çoğunlu çekirdekte bulunuyor .   Ancak ,  ayrı bir yapı olan mitokondride de birkaç gen bulunuyor .  Dolly'nin  verici hücresi ,  yetişkin bir koyundan  alınmış bir meme hücresi .  Dolly'nin  mitokondrisi  meme hücresinden mi yoksa ,   yumurta hücresinden mi  geliyor? Bu var sayımı sınamak için Schon  ,  Dolly'nin  yaratıcısı Wilmut   ve başka bilim adamları biraraya  gelerek Dooly'nin  ve fetüs hücrelerinden  klonlanmış  dokuz koyunun mitokondrilerini incelediler .  Koyunların kas ,   kan ,  süt ya da plasentalarında verici hücrelerin mitokondrilerine rastlanmadı .   Bu ,  mitokondrinin %99 , 5'inin yumurta hücresinden geldiği anlamına geliyor .  Schon  ,  bu sonuçlara bakarak ,   klonlanmış  hayvanlardaki tek mitokondri kaynağının yumurta hücresi olduğu  sonucuna varmış .  Yani ,  Dolly'nin  mitokondrisindeki  37 gen ,  çekirdek DNA'sının alındığı verici hücreden değil ,  onun aktarılmış  olduğu yumurta hücresinden geliyor .  Mitokondri ,  bedendeki tüm hücrelerde önemli  bir role sahip olduğu için bu durum ,  iki hayvan arasında önemli fiziksel  farklılıklara yol açabilir .  Schon'a  göre bu fiziksel  farklılık insanlarda ,  sözgelimi yetenekli bir atletle ,  spora hiç yatkınlığı  olmayan biri arasındaki fiziksel farklılıklar kadar bile olabilir .               
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.