Akide 
Akide  Bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdîk
 etmek ve kabul ile ona sadık kalmak; inanış tarzı,
 inanma şekli, telakki tarzı. İtikadla iman eş
 anlamlı olup, teslim ve boyun eğme anlamını da
 kapsarlar. Bir terim olarak iman* ise; Allah'u Teala'nın dinini
 kalb ile kabul etmek yani Rasûlullah (s.a.s.)'ın bildirdiği
 şeyleri kesin bir şekilde kalben tasdîk eylemektir. İman
 asıl bu tasdikten ibaret ise de, tasdîk edilen şeyleri, dil
 ile ikrar etmek, bunlar hakkında şehadette bulunmak da
 gereklidir. İmanını kalbinde gizleyen kimse Allah nezdinde
 mümin sayılırsa da; imanını dil ile veya
 davranış ve amelleriyle açığa vurmazsa, durumu
 insanlarca bilinemez ve onun müslüman olduğuna hükmedilemez.
 Allah'u Teala imana delalet eden bir takım alamet ve şartlar
 ortaya koymuştur. Bunlar İslam'ın şartları
 dediğimiz; kelime-i şehadet, beş vakit namaz, zekat,
 oruç, hacc vb. hususlardan ibarettir. Bu alametler kimde görülürse,
 o kimsenin mü'min olduğuna hükmedilir ve namazda imam olmak,
 müslüman bir kadınla evlenmek, cenaze namazı kılmak gibi
 dünyaya ait hükümler kendisine uygulanır. Bu ameller imana güç
 verir: İmanın kalpteki nûrunu artırır; insanı
 azaptan kurtarır; Allah'ın lûtuf ve yardımlarına
 ulaştırır. 
 İslam* ise sözlükte, itaat, boyun eğme,
 bir şeye teslim olma anlamlarına gelir. Terim olarak; Allah'u Teala'ya
 itaat etmek, Hz. Peygamber'in din adına bildirmiş olduğu
 şeyleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve güzel bulmaktır.
 İslam, din anlamında da kullanılır. Allah'ın
 dinine, yalnız "din" denildiği gibi "millet,
 şerîat, İslam ve İslam dini" de denir. Bazan
 İslam, iman anlamında da kullanılır. 
 Hz. Ömer b. el-Hattab şöyle anlatıyor:
 "Bir gün Allah'ın Resulu'nün yanında idik. Beyaz elbiseli,
 siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu,
 ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk. Hz. Peygamber'in
 önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı.
 Ellerini de Allah'ın Rasûlü'nün dizlerinin üzerine koyup sordu: 
 "- İslam nedir? bana anlat" Allah'ın
 Resulu cevap verdi: 
 "-İslam Allah'tan başka ilah olmadığına,
 Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna inanman, namaz
 kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hacca
 gitmendir" 
 "- Doğru söyledin, peki iman nedir?" 
 "- İman, Allah'a, O'nun meleklerine,
 kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, kaderin hayır
 ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına
 inanmandır." 
 "- Doğru söyledin. İhsan nedir?" 
 "- İhsan, * Allah'ı görüyormuşsun
 gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni
 görüyor. " 
 Bu sorulardan sonra kıyamet alametlerini de
 soran adam kalkıp gitti. Arkasından baktılar, hemen ortadan
 kaybolmuştu. O'nun kim olduğunu merak eden ashab-ı kirama
 Allah Resulu şöyle buyurdu: 
 "- O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için
 geldi." (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 13.) 
 İmanda dil ile ikrar asıl rükün olmadığı
 için, dilsizlik veya zor karşısında kalma gibi bir özür
 halinde şart olmaktan çıkar. Zor karşısında gönülden
 değil, fakat sadece dili ile inkar eden kimse imandan çıkmaz.
 Nitekim Ammar b. Yasir'e müşrikler işkence ettiklerinde, o da
 tahammül edemeyerek diliyle inkar etmişti. İşkenceden
 sonra Allah Resulu'nün yanına geldi. Sahabeler, Ammar'ın
 dinden çıktığını söylediler. Ammar ağladı.
 Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ammar'ın vücudu
 bütün zerrelerine kadar iman doludur." Sonra Ammar'a dönerek;
 "Yine seni zorlarlarsa inkar et" buyurdu. 
 İman icmali ve tafsili olmak üzere ikiye ayrılır. 
 1) İcmali iman: Hz. Peygamber'in Allah tarafından
 getirip haber verdiği şeylere toptan inanmak, yani, O, ne
 tebliğ etti ise hepsi haktır, diyerek topluca tasdik etmektir. 
 2) Tafsili (ayrıntılı) iman: Hz.
 Peygamber tarafından tebliğ olunan şeyleri birer birer
 bilerek tasdikte bulunmaktır. Küfürden kurtulmak için icmali iman
 yeterli ise de, namaz, oruç vb. ibadetleri öğrenip tasdik ve eda
 etmek sûretiyle imanını kemale erdirmek her müslümanın
 borcudur. 
 İmanın sağlam ve geçerli olması için
 şu üç şart gereklidir: 
 1) İman ye's halinde olmamalıdır. Yani
 Allah'ın azabını gözüyle gördükten sonra iman sahîh
 olmaz. Bu yüzden son nefeste iman eden münkîrin imanı kabul
 edilmez. 
 Kur'an-ı Kerim'de "Azabımızı
 gördükleri vakit edecekleri imanları, kendilerine bir fayda verecek
 değildir" (Mü'min, 40/85) buyurulur. 
 2) Mümin, dinden olduğu kesin olan bir şeyi
 inkar veya tekzib etmemelidir. Buna göre bir kimse, bütün
 peygamberleri tasdîk ettiği halde Hz. Muhammed'in
 peygamberliğini inkar etse mü'min sayılamayacağı
 gibi; kesin bir farzı inkar etmek veya kendi isteğiyle puta
 tapmak gibi bir Allah'ı yalanlama emaresiyle de dinden çıkar.
 Çünkü iman bir bütündür, parçalanamaz. Dinden bir şeyi inkar
 etmek bütün dîni inkar demek olur. 
 Ashab, Tevhid'e imanlarının şuuruna
 varmakla birlikte iç dünyalarından başlayıp yakın
 çevrelerine yayılan ve gittikçe genişleyen bir mücadele
 içerisinde kendisini buluveriyordu. Böyle bir mücadele içerisinde
 olmayıpta kendileri için gayet tabii, kaçınılmaz ve hatta
 imanlarının hiç de garipsemedikleri bir sonucu olarak
 görüyor, değerlendiriyorlardı. Sahibini ileriye atmayan,
 meydana çıkarmayan, küfürle, cahiliyye ile Firavnî ve tağutî
 düzen ve müesseselerle, konum ve şartlarına uygun mücadele
 içerisine itmeyen bir iman, en azından küllenmiş bir
 imandır, yahut henüz derinlik kazanmamış,
 boyutlarında eksiklikler taşıyan bir çeşit
 inanıştır. 
 Diğer taraftan İslam'ın günümüz açısından
 uygulanabilirliği konusunda şüphe ve tereddütler taşımak
 da iman ile bağdaşmaz. Bu en azından yüce Rabbimiz'in
 görüneni, görünmeyeni, geçmişi ve geleceği bileceğine
 inanmak gereği ile çelişir. Allah'ın
 Şeriatı'nın herhangi bir zamanda yeterli geleceğinde
 şüphe içerisinde olmak, Allah'ın sıfatlarında şüpheye
 düşmek demektir. Allah hakkındaki bir şüphe ve tereddüt
 ise, mahiyet ve boyutu ne olursa olsun, kişiyi imandan çıkartır. 
 Mümin, iman ettiği nizamın bütün
 hükümleriyle her zaman ve mekanın değişmez, mutlak
 doğru ve insanlığı bunalımlardan
 uzaklaştıracak, mutluluğa kavuşturacak, insanı
 insana kölelikten, kendi nefsine ya da herhangi batıl bir kuvvete
 tapmaktan, onun boyunduruğuna girmekten kurtarabilecek yegane nizam
 olduğuna inanmak ve bunun ilmî bakımdan
 tartışılmaz bir gerçek olduğunu ispat etmek cehdine sürekli
 sahip olmalıdır. Bunun yanında; böyle bir nizamı da
 arzın herhangi bir yerinde ve kendisini merkez kabul ederek hemen
 kendisine en yakın parça üzerinde egemen kılmakla yükümlü
 olduğunu bilmekten, bunun için say-ü gayrette bulunup
 bulunmamaktan sorumlu tutulacağı şuûruyla kesintisiz bir
 cehd içerisinde olmakla vazîfelidir. Bu onun temel sorumlulukları
 arasında yer alır. 
 3) Dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul ve
 hiç bir hükmü küçümsemeden ifaya çalışmaktır. Dînin
 bazı emir veya yasaklarını hafife almak; bazı hükümlerini
 beğenip de bazılarını beğenmemek, insanı
 dinden çıkarır. 
 İmanın faydalı olabilmesi için, ömrün
 sonuna kadar aynen korunması da şarttır. Çünkü itibar
 sanadır. Bu yüzden İslam bilginleri "imanın
 korunması, kazanılmasından güçtür" derler. 
 İmanın geçerli olabilmesi için, onu mutlaka
 dayandığı delilleriyle öğrenmek şart
 değildir. Delîl aramaksızın (taklîd yoluyla) edilen iman
 da sahih ve makbûldur. Ancak mümkün olduğu kadar bir şeyin
 delîlini tetkîk etmek ve delil getirmek farz olduğundan onu
 terkeden günahkar olur. 
 İnsanlar tasdîk ve inkar bakımından
 üçe ayrılır: 
 1) Mümin: İslam'ın itikad esaslarına
 ve hükümlerine tamamıyla inanan ve bunların gereğini
 yapmaya çalışan kimse tam mümin ve müslîmdir. 
 2) Kafir: Allah'a ve peygamberine inanmayan ve dinden
 olduğu kesin olan bir hükmü inkar eden kimsedir. 
 3) Münafık: Dıştan inanmış görünüp,
 içinden inkar eden de münafıktır. Yüce Allah Nisa Sûresi
 45'inci ayetinde münafıkların cehennemin en
 aşağı tabakasında bulunacaklarını
 bildirmektedir. 
 İman ile amel arasında sıkı bir münasebet
 vardır. Amel imanın muhafazasını sağlar ve onu
 kuvvetlendirir. Ancak amel imandan bir cüz' sayılmamıştır.
 Yani inanıp da dini emirleri yerine getirmekte ihmal gösteren kimse
 imandan çıkmaz. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, eğer
 imanında bir bozukluk yoksa yine mümindir, ama isyanından
 dolayı Allah'ın azabına müstehak olur. Allah dilerse onu
 affeder, dilerse cezalandırır. 
 Sonuç olarak iman, kalbe dikilen bir ağaç ise,
 ibadet de onun suyu ve gıdasıdır. İman
 ağacının büyüyüp gelişmesi için onu ibadet ve
 itaat suyu ile beslemek gerekir. 
 Hamdi DÖNDÜREN 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.