Ahırete Iman 
Ahırete ıman  "Son" ve "Sonra Olan"
 anlamında Arapça bir kelime olan "Ahiret", "Ahir"
 kelimesinin müennes (dişi) şeklidir. Lügatte "Evvel"
 kelimesinin zıddı olarak kullanılır. İslam
 literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında
 kullanılmıştır. Dünya,canlıların
 yaşadığı evvelki alem, ahiret ise son alemdir. Bu
 kelimeler bazen "dar=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır
 (el-Ankebût, 29/64), Dar-ı Dünya ve Dar-ı Ahiret gibi. Bazen
 de tek başına kullanılır (el-Bakara, 2/220). Dünya,
 yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir. 
 Allah'u Teala, içinde yaşadığımız
 bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir
 zaman için yaratmıştır. Bir gün dünya ve dünyadaki
 bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok
 olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak (el-Karia,
 101/4-5), Allah'tan başka tüm alem son bulacaktır (er-Rahman,
 55/27). Bu hadiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele
 saati" (el-Hacc, 22/2) ve "Kıyamet Günü"* (el-Kıyame,
 75/-1) diye adlandırır. Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın
 takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak
 kabirlerinden kaldırılacak ve "Mahşer"* denilen düz
 bir sahada (el-Hicr, 15/25), hesabı süratle gören Allah'ın (Ali
 İmran, 3/19) huzurunda, dünyada yaptıklarının
 hesabını (el-Hakka, 69/19, 37) vermek üzere toplanacaklardır
 (el-Casiye, 45/26). Hesapların görülmesinden sonra bir kısım
 insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkar ve
 kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir. 
 İşte bu yeni hayatın
 başlayacağı günden itibaren, bitmez tükenmez bir halde
 devam edecek olan aleme "Ahiret Alemi" denir. 
 Bütün semavi dinlerde olduğu gibi en son ve en
 mükemmel din (el-Maide, 5/3) olan İslam'a göre, meydana geleceği
 ayet (el-Bakara, 2/4) ve hadisle (Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis) ve
 bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak,
 imanın şartı olarak farzdır. 
 Ahiret Günü denilince; 
 1- Bu alemin hepsinin yok olması ve hayatın
 tamamıyla sona ermesi. 
 2- Ahiret hayatının başlaması. 
 Ahiret hadiseleri denilince de; 
 a) Canlılar için ahiret hayatının
 mukaddimesi olan ölüm, berzah alemi *, kabir hayatı. 
 b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek
 kabirlerden kalkıp mahşer* meydanında toplanması. 
 c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan
 işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması. 
 d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı
 mizan* (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması. 
 e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri
 mecburî olan Sırat* köprüsünden geçiş. 
 f) İmanlı ve ameli iyi olanların
 gideceği Cennet* 
 g) İmansız ve ameli kötü olanların
 gideceği Cehennem* 
 i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında
 bulunduğu Kevser Havzı* 
 h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi
 hadiseler hatıra gelir. İşte bütün bunlar, Ahirete iman
 konusu içinde ele alınması gereken konulardır. Kesin
 nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın
 şartlarındandır. Bunlardan birini inkar ise, ahireti
 inkar demektir. 
 Kur'an, Ahiret alemini ayrıca "Din Günü
 " (el-Fatiha, I/3) ve "Gayb Alemi" (el-Bakara, 2/3) olarak
 isimlendirir . 
 Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi,
 duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan
 şeye de gayb denir. Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil,
 insanlara göredir. Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz.
 O, gayb ve şehadet alemini bilir (el-Haşr, 59/22). Kur'an'a göre
 varlıklar iki kısımdır: Gayb alemini meydana getiren;
 görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehadet alemini
 meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar. Gayb alemine
 ait varlıklar da iki kısımdır: 
 1- Bir kısmının delili yoktur.
 Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün
 değildir. "Gaybın anahtarları Onun
 yanındadır, onları Ondan başkası bilemez." (el-En'am,
 6/59) 
 2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez
 ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir.
 Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler
 gibi. Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir. Onlar
 da ümmetlerine bildirirler. Müminler, kendilerine vahiy yoluyla
 bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler. Mümin
 zaten inanan insan demektir. Bu haberlere inanmamak ise küfürdür.
 Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye
 dayalı bir haberdir. 
 Hayatının başlangıç ve sonu
 olmayan ancak Allah'tır. Bu alemin de bir gün yok olacağı
 muhakkaktır. Sonradan meydana geldiği bilinen bu alem
 üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün
 varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs. bu alemin
 tamamının bir gün yok olacağının delilleridir.
 Bu tür hadiseler insan iradesinin ve gücünün dışında
 olan hadiselerdir. 
 Başlangıcı itibariyle yoktan var
 olduğunu kabul ettiğimiz bu alemin, yok olduktan sonra tekrar
 yaratılması akla aykırı değildir. Çünkü onu
 yoktan yaratan Allah, onu helak ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette
 kadirdir. İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle
 dirilecektir. 
 Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır: 
 "Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette)
 onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan)
 O'na daha kolaydır..." (er-Rûm, 30/27). "Ey Resulüm, de
 ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı
 hakkıyla bilir. " (Yasin, 36/79). Bu ayetler, mahlûkatı
 ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir. 
 İnsanların, hayvanların ve diğer
 canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten
 sonra dirilmeye bir benzetmedir: "Odur ki geceleyin sizi öldürür (gibi
 uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra
 belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi
 diriltir. Sonra dönüşünüz O'na dır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı
 size haber verecektir." (el-En'am, 6/60). 
 Kur'an-ı Kerim , kuraklık ve mevsim nedeniyle
 ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın,
 yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve
 bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle
 buyuruyor: "O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen,
 toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu
 döktüğümüz zaman titretir ve kabarır. Onu dirilten (Allah),
 elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir." (Fussilet,
 41/39). 
 El-Hacc, 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme
 konusunda şüphede olanların dikkatlerini,
 yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu
 ifadelerin altında tekrar diriltilmenin imkanını ortaya
 koymaktadır. 
 Alemlerin yaratılışı,
 insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir: 
 "Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları
 (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu
 bilmezler. "(el-Mümin, 40/57; en-Naziat, 79/27, 33; Yasin, 36/79,
 81). 
 İnsanın boşuna
 yaratılmadığını (el-Müminûn, 23/115); başıboş
 terkedilmediğini, (el-Kıyame, 75/36) her nefsin ölümü tadacağını,
 inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükafatlandırılması
 ve kafirlerin de cezalandırılması için tekrar
 diriltileceklerini bildiren (Ali İmran, 3/185; Yunus, 10/4; el-Leyl,
 92/4, 11) ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler. 
 Mahlûkatın, ölüp yok olduktan sonra tekrar
 dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının
 karşılığını görmeleridir. Çünkü bu
 dünya kazanç ve amel dünyasıdır. Öbür dünya ise, yapılanların
 karşılığının görüleceği yerdir (Ali
 İmran, 3/185) . 
 İnsanlar bu dünyada rızıklarında,
 işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı
 bir yaşayış içindedirler. Kimi zalim, kimi mazlum, kimi
 iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir,
 bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir. Kimisi iyilik
 yapar, kimisi kötülük. Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek
 olsalardı, iyilik yapanlar mükafat, kötülük yapanlar da ceza
 görmemiş olurlardı. Bu ise Allah'ın adaletine aykırı
 olurdu. Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı
 yaratmıştır; "İnkar edenler, kat'iyyen
 diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: "Hayır, Rabbim
 hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız
 size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (et-Teğabun,
 64/7, ayrıca en-Nahl, 16/30-40). 
 Ahirete iman, kainatta meydana gelecek olan korkunç
 inkılabın kesin olduğunu kabul etmektir. Bu dünya hayatı
 tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır. Bu
 aleme iman, İslam inancını meydana getiren altı
 esastan birisidir. Mümin, imanı ve Kur'an ahlakı ile ahlaklanmasının
 neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nail olacağına
 yakînen inandığı için ölüm ve ahiret hayatı, onu
 tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla
 geçiren kafir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret
 hayatını istemez (el-Bakara, 2/95; Ali İmran, 3/56; el-İsra,
 17/10; ez-Zümer, 39/26, 45). 
 Hz. Ali ahireti inkar eden birisine şöyle demişti:
 "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın.
 Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam. " 
 Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme
 yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür.
 Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti
 ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa,
 onun emeği mükafatla karşılanır." (el-İsra,
 17/19). İnsan hayatı ile dünyanın varlığı,
 ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir
 ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır. Aksi
 takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan
 insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır. Bu da
 insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine
 yol açar. Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü
 de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son
 olmadığını bildirmektedir. Ölüm yeni bir hayatın
 başlangıcı demektir. Ahiret inancıyla insanın bu
 dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor. Ayrıca insanın
 yaşayışı da büyük bir disiplin altına
 alınmış oluyor. Zira ahirete iman insana büyük bir
 sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap
 gününe göre hayatını ve diğer insanlarla
 ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele
 dayandırıyor. İnsan dünya hayatında
 yaptığı bütün amellerinin karşılığını
 o gün görecektir. "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek
 ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını
 görecektir. " (Zilzal, 99/7-8). Böylece ahirete iman insana
 büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adalete ve
 sonsuzluğa inandırır. Bu da adil, dürüst ve sağlam
 bir toplumun oluşmasını sağlar. 
 Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret
 hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci
 üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden
 kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı
 (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o
 vak'a olmuştur. Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış,
 sarkmıştır. Melekler de onun kenarlarındadır. O gün
 Rabb'ının tahtını (arşını),
 bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır. O gün
 (hesap için Allah'a) arz olunursunuz. Sizden hiçbir sır gizli
 kalmaz. Kitabı sağından verilen: "Alın
 kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla
 karşılaşacağımı sezmiştim zaten. "
 Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede, devşirmesi
 kolay (meyveleri yakın). ' 'Geçmiş günlerde yaptığınız
 işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için. " 
 Kitabı sol tarafından verilen ise der ki:
 "Keşke bana kitabım verilmeseydi. Şu
 hesabımı hiç görmemiş olsaydım. Keşke (ölüm işimi)
 bitirmiş olsaydı. Malım bana hiçbir fayda vermedi. Gücüm
 (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı).
 (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun
 onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu. Sonra
 uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu. Çünkü
 o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu.
 Bugün onun için candan bir dost yoktur. İrinden başka yiyecek
 yoktur. Onu (bile bile) hata işleyenden başkası
 yemez." (el-Hakka 69/13-37). 
 Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin
 ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
 İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu
 alem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını,
 fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği
 biçimde intizama koymasına en büyük etkendir. Herkesin toplandığı
 ve kazandığı kendisine tastamam verildiği (Ali
 İmran, 3/25-30; el-Casiye, 45/28; Kaf, 50/44; et-Teğabûn,
 64/9), kimsenin kimseden cezasına karşılık bir
 şey ödeyemediği (el-Bakara, 2/48, 123) ana, baba, evlad, dost
 herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak
 talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı
 (Abese, 80/34-37), dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin
 ak, bazı yüzlerin de kara olduğu (Abese, 80/38-42; Ali
 İmran, 3/106-107) o ceza gününde insanların makam, mevki,
 zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir
 özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların
 yaptıklarına göre hak tecelli eder. "Ey inananlar,
 Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine
 baksın. Allah'tan korkun; ve Allah,
 yaptıklarınızı haber almaktadır"
 (el-Haşr, 59/18). 
 Kabir Hayatı 
 Dünya hayatından sonra, ahiret hayatından da
 önce fakat ahiret hayatı içinde ele alınması gereken bir
 başka hayat daha vardır ki o da kabir hayatı veya "Alem-i
 Berzah"denilen hayattır. Berzah,* asıl manasında iki
 şey arasında bulunan engel, ayırıcı
 sınır demektir. Bu kelime Kur'an'ın "el-Mü'minûn,
 23/100; er-Rahman, 55/20; el-Furkan, 25/53" ayetlerinde "iki
 şey arasındaki engel" manasında
 kullanılmıştır. 
 Ragıp, el-Müfredat adlı eserinde şöyle
 der: "Berzah; ahirette insan ile yüksek menzillere ulaşması
 arasındaki engeldir. Bu kelime, el-Beled, 90/11 ayetindeki
 "el-Akabe" kelimesine işarettir. Ayetin meali şöyledir:
 "Fakat o, (hedefe varmak, yapılan iyiliklere teşekkür
 etmek için) sarp yokuşu geçemedi." Ayette bildirilen engeli
 ise ancak salihler asabilir. Berzah'ın ölüm ile kıyamet arasındaki
 engel olduğu da söylenir. 
 İnsan için üç hayat vardır: 
 Dünya hayatı: Ruhun cesetle birlikte
 yaşadığı içinde bulunduğumuz hayat. 
 Berzah hayatı: Ruh, dünyada iken içinde bulunduğu
 cesetten ayrılmış, azab yahutta nimet içinde müstakil
 hale gelmiştir. 
 Ahiret hayatı: Ruhların dünyada iken içinde
 oldukları cesetlere dönmeleri ile meydana gelen son hayat.
 Görüldüğü gibi Berzah hayatı, birinci hayat ile ikinci hayat
 arasındadır. Dünya hayatı çalışma, Ahiret
 hayatı ise çalışmanın
 karşılığını görme hayatıdır. Bu
 ikisi arasındaki hayat da, beklemekten ibaret olan Berzah
 hayatıdır (Ali İmran, 3/185). 
 Ölüm anında, ruhlar cesetten
 ayrılırken rahmet veya azab melekleri vasıtasıyla
 onlara, hallerine uygun durumlar gösterilir: 
 "Melekler, o kafirlerin yüzlerine ve arkalarına
 vura vura: "Tadın Cehennem azabını. " diyerek
 canlarını alırken bir görmeliydin..." (el-Enfal,
 8/50, el-En'am, 6/93-94). Ayetlerde bildirilen azab, ölüm anında kafir
 ve günahkarlara yapılan azabtır. 
 Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde (IV/288, 397) yer
 alan rivayetlere göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Mümin
 kul, dünyadan ayrılmak üzere ve ahirete yöneldiği anda ona
 semadan beyaz yüzlü melekler iner. Yüzleri sanki güneş gibidir.
 Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır.
 Onun görebileceği yere otururlar. Ölüm meleği gelir, baş
 tarafına oturur ve şöyle der: "Ey güzel ruh, çık ve
 Rabbi'nin rızasına ve mağfiretine gel. " O da,
 ağızdan damlayan bir damla gibi çıkar. Kafir kul
 dünyadan ayrılmak ve ahirete yönelmek üzere olunca, yanında
 kaba bir elbise olan siyah yüzlü bir melek gelir, onun görebileceği
 bir yerde oturur, şöyle der: 
 "Ey çirkin ruh, haydi çık, Rabb'inin
 öfkesine ve gazabına gel. Ruh cesedden korkarak ve güçlükle ayrılır." 
 Ölümden sonra berzah aleminin ikinci makamı
 olan kabir hayatı başlar. Kabirde ilk zamanlarda ruh cesetle
 birlikte bulunurlar, beraber azab ve mükafat görürler. Daha sonra ruh
 cesetten ayrılır ve müstakil olur. Peygamberimiz (s.a.s.)'in
 ifadesine göre; "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut
 Cehennem çukurlarından bir çukurdur. " (Tirmîzî, Kıyame,
 26). Ruhun cesetle birlikte kabirde azap ve mükafat görmesinin bir
 benzeri, hepimizin zaman zaman gördüğümüz acı veya
 tatlı rüyalardır ki kişi kendisini sonsuz nimetler veya
 azap içinde görür de bunlar ancak uyanmakla sona erer. 
 Kabir hayatı hakkında Peygamberimiz (s.a.s.)
 şöyle buyuruyor: "Ölüm meleği Mümin kulun ruhunu aldığı
 zaman melekler onu, göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin
 elinde bırakmazlar. Onu alır, bu kefene koyarlar. Ondan, yeryüzünde
 bulunan mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu melekler arasından
 geçirirken: "Bu güzel ruh nedir?" derler. Dünyada iken
 söylenen en güzel ismini söyleyerek: "Falan oğlu
 falandır" derler. Dünya semasına ulaşıncaya
 kadar çıkarırlar. Nihayet Cenab-ı Allah: "Kulumu
 'İlliyyine' yazınız. " buyurur. Bu, Cennet'in en yüksek
 derecesidir. "Ben onu yeryüzündeki cesedine iade edeceğim."
 İki melek yanına gelir ve: "Rabbin kimdir?" derler.
 Ruh: 
 "Rabbim Allah'tır. " der. Onlar: 
 "Dinin nedir?" derler. Mümin ruh: 
 "Dinim İslam 'dır. " der. Onlar: 
 "Bunları sana bildiren nedir?" derler. O
 da: 
 "Allah'ın kitabını okudum, ona
 inandım ve tasdik ettim" der. 
 Bunun üzerine semadan bir ses gelir: 
 "Kulum doğru söyledi. Cennet'te makamını
 hazırlayınız. Onun için Cennet'ten bir kapı açınız.
 der. " (et-Terğîb ve't-Terhîb,III 369)'teki bir hadiste kafir
 kulun ruhunun berzah hayatı hakkında Peygamber Efendimiz
 (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Ölüm meleği kafir
 kulun ruhunu aldığı zaman, melekler bu ruhu onun elinde göz
 açıp kapayıncaya kadar bırakmazlar. Onu hemen kalın
 bir elbiseye koyarlar. Ondan yer yüzünde bulunan leş kokusu gibi
 bir koku çıkar. Onu semaya yükseltirler. Meleklerin yanından
 geçerken: "Bu kötü ruh kimindir?" derler. Melekler, en kötü
 ismini söyleyerek: "Falan oğlu falandır." derler.
 Onun için semanın kapısını açmasını
 isterler, fakat açmazlar." Bu esnada Peygamberimiz (s.a.s.) şu
 ayeti okudu: "Onlara gök kapıları açılmaz
 (ruhları göğe yükselmez) ve deve iğnenin deliğinden
 geçinceye kadar (hiçbir zaman) Cennet'e giremezler." (el-A'raf,
 7/40). Allah: "Onun kitabını en aşağı makama
 yazınız" der. Sonra onun ruhu
 uzaklaştırılır. Peygamberimiz (s.a.s.) sonra şu
 ayeti okudu: "...Kim Allah'a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş
 de kendisini kuş kapıyor veya rüzgar onu uzak bir yere
 sürüklüyor gibidir. " (el-Hacc, 22/31). Ruhu cesede iade olunur da
 iki melek (Münker ve Nekir*) gelir, yanına oturur ve: 
 "Rabbin kimdir?" derler. O da: 
 "Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar: 
 "Dinin nedir?" derler, o da: 
 "Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar: 
 "Size kim peygamber olarak gönderildi?
 Peygamberiniz kimdir?" derler: 
 "Şey şey, bilmiyorum,"der. Bunun
 üzerine semadan bir ses 
 "Yalan söyledi, Cehennem'deki yerini hazırlayınız."
 der. Onun için Cehennem'e bir kapı açarlar. Cehennem'in harareti ve
 kokusu gelir, kabri daralır ve onu
 sıkıştırır. Çirkin yüzlü ve kötü elbiseli
 bir adam gelir ve ona şöyle der: 
 "Sana yazıklar olsun, va'd olunduğun gün
 işte bu gündür. " Kafir ruh ona: 
 "Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük
 getirdi," der. O da: 
 "Ben senin çirkin amelinim" der. Bunun
 üzerine: 
 "Rabbim, kıyameti koparma." der. Sonra kör,
 sağır, dilsiz ve elinde balyoz olan birisi gelir. Elindeki bu
 balyozu bir dağa vursa toprak olur, ona bir vurur, toprak oluverir.
 Sonra onu Allah eski haline getirir, tekrar bir daha vurur. Öyle bir çığlık
 atar ki insanlar ve cinlerden başka her şey duyar. " 
 Ruh, kabirde sorulan suallere verdiği cevaplara göre
 ya İlliyyîne* ya da Siccîn'e* gönderilir. Burada, yeniden
 diriltilecekleri güne kadar emaneten dururlar. Yeniden dirilme gününde
 ise Allah'ın emri ile tekrar cesetlere girerler. İyi, kötü,
 bütün ruhların kendi kabirleriyle alakaları vardır. Bu
 alaka ile ziyaretçilerini tanırlar. Nimetlerin lezzetlerini,
 yahutta cehennem'in acısını yanlarında hissederler.
 Şehidlerin ruhları ise yeşil kuşlar gibi Cennet'lerde
 otlar ve Arş'ın altında asılı bulunan kandillere
 sığınırlar,(en-Nisa, 4/169) Ayette Allah yolunda
 öldürülen şehidlerin, gerçekte, ölü olmadıkları,
 Allah katında Cennet nimetleriyle
 rızıklandırıldıkları bildirilmektedir.
 Ayrıca şehid ruhlarının, Cennet'te kendilerine
 yapılan ikramlar nedeniyle, bir daha Allah yolunda öldürülebilmek
 için ruhlarının cesetlerine iade edilmesini istedikleri
 bildirilmektedir. {Salih-i Müslim, VI, 38; Elmalılı Hamdi
 Yazır, Hak Dili Kur'an Dili, II, 1229). 
 Kıyametin Kopması 
 Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa
 da, genel manada Kıyamet hadisesi ile başlar. Kıyametin ne
 zaman kopacağını Allah'tan başka, peygamberler de
 dahil hiç kimse bilmez, (el-Mülk, 67/26). Bilgisi Allah'a ait olmakla
 birlikte, Kıyametin kopmasına yakın zamanlarda bir
 takım alametler meydana gelir. İnanmayanlar için ihtar
 mahiyetinde Allah şöyle buyurur: 
 "(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in,
 ansızın kendilerine gelip çatmasından başka neyi
 bekliyorlar? İşte onun alametler(inden sayılan ahir zaman
 Peygamber)'i gelmiştir." (Muhammed, 47/18). Kıyametin en büyük
 alameti Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesidir. Ondan sonra
 artık başka peygamber gönderilmeyecektir. O, peygamberlerin
 sonuncusudur (el-Ahzab, 33/40). İşte bu, dünya hayatının
 sonunun yaklaştığına en büyük alamettir. Hz.
 Peygamber de: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki
 parmağımın birbirine yaklaştığı gibi
 yaklaşmıştır. " (Buharî, Vl, 206; Müslim,
 Terc. Davudoğlu, VlIl, 208) buyurmuştur. 
 Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet alametlerinden
 saymıştır: 
 "Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü..."
 (el-Kamer, 54/1-3). Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize
 isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle
 ayın ikiye bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu hadise
 üzerine de mealini verdiğimiz ayet nazil olmuştur. İslam
 bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet
 yaklaştı, ay bölünecek..." şeklinde gelecek zaman
 kipiyle mana vermişlerdir. Her iki manada da özellikle Kıyamet'in
 yaklaştığı vurgulanmaktadır. 
 İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderilen
 Hz. İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen,
 sayılabilecek kadar az bir cemaat ona iman etmiş, buna mukabil düşmanlarının
 kendisini öldürme tuzaklarıyla
 karşılaşmıştır. Ne var ki Allah, düşmanların
 kurduğu tuzaklarını başlarına geçirmiş,
 peygamberini de zatına yükseltmiştir. (Ali İmran,
 3/54-55; en-Nisa, 4/157-158). Şu anda hayatta olarak bulunduğu
 mevkii Allah'ın ilminde olan Hz. İsa, Kıyamet'e yakın
 zamanda tekrar dünyaya gelecek ve yaşadığı sürece
 Hz. Muhammed'in getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır.
 Hz. İsa'nın tekrar dünyaya dönüşü, Kıyamet alametlerindendir.
 "O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin
 kopacağını gösterir bir ilimdir..." (ez-Zuhruf,
 43/61). 
 Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize
 benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dabbe" diye ifade ettiği
 bir hayvan ortaya çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve
 azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet alametlerinin
 vukûu başladığı zaman) onlara yerden bir dabbe (canlı)
 çıkarırız; onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle
 inanmadıklarını söyler." (en-Neml, 27/82). (Dabbe
 hakkında geniş malûmat için bk. Elmalılı Hamdi
 Yazır, a.g.e., V, 370). "Dabbetü'l-Arz"* diye
 isimlendirilen bu hadisenin meydana gelişi, Kıyamet vaktinin
 yaklaştığına dair bir alamettir. 
 Ye'cüc ve Me'cüc* seddinin açılması ve
 yeryüzünde fesadın yayılması da Kur'an'da zikredilen
 Kıyamet alametlerindendir: "Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc
 (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya)
 saldırırlar. Artık gerçek va'd (Kıyamet)
 yaklaşmıştır. İnkar edenlerin gözleri birden
 donup kalır... " (el-Enbiya, 21/96-97). 
 Bu alametler, Kur'an'da bildirilenlerdir. Hadisle
 bildirilenlere gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır. Müslim'in
 Huzeyfe ibn Useyd el-Gifarî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe
 şöyle buyurmuştur: "Biz aramızda müzakerelerde
 bulunduğumuz bir esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) yanımıza
 geldi ve: "Neyi müzakere ediyorsunuz?" dedi. 'Kıyamet'i
 dediler. Şöyle cevap verdi: "On türlü alameti görmediğiniz
 sürece Kıyamet kopmaz. Bunlar, Duman, Deccal, Dabbetü'l Arz,
 Güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu
 İsa'nın inmesi, Ye'cüc ve Me'cüc ile doğudan,
 batıdan ve Arap yarımadasından bir yerin batması, son
 olarak da Yemen 'de bir ateşin çıkmasıdır. " (Müslim,
 Terc. VIII, 179; Buharî, Cihad, 94 vd.; Müslim, iman, 248, Zekat 60,
 Fiten, 17- 18;Ebû Davud, Melahim, 12, Fiten, 1; Tirmîzî, Zühd, 24). 
 Kıyamet'in büyük alametlerinden öyleleri vardır
 ki, onlar görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır. 
 "(İnanmak için) illa meleklerin gelmesini
 yahut Rabb'ının gelmesini ya da Rabb'ının bazı
 ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb'ının bazı
 (Kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış,
 ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye,
 artık inanması, bir fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin,
 biz de beklemekteyiz." (el-En'am, 6/158). 
 Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste
 Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Üç alamet vardır
 ki, bunlar çıktığı zaman, daha önce iman etmiş
 yahut ta imanında hayır kazanmış olmadıkça
 hiçbir kimseye imanı fayda vermez: Güneşin batıdan
 doğması, Deccal'ın görülmesi ve Dabbetü'l-Arz'ın
 zuhuru. " (Buharî, II, 132; Müslim Terc., I, 95-96). 
 Kıyametin bu büyük alametlerinin dışında
 Hz. Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hadiseler de Kıyamet'in
 küçük alametleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan
 iki Müslüman topluluğun birbirleriyle harp yapması (Müslim,
 Terc., V III, 170), 'herc', öldürme olaylarının çoğalması
 (Müslim, Terc., VIII, 171). Karanlık geceler gibi olan fitnelerin
 çoğalması, müslümanlarla yahudilerin savaşıp, müslümanların
 onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin de taşların
 ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat
 ağacından' başka bütün taş ve ağaçların: 
 "Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu, yahudi
 arkamdadır, gel onu öldür" demesi, Hicaz topraklarında
 bir ateşin çıkıp, Basra'daki develerin
 boyunlarını aydınlatması, Kahtan'dan bir adamın
 çıkıp insanları asası ile sevketmesi, Fırat
 nehri altından bir dağ haline gelip, ondan alabilmek için
 insanların birbirleriyle harp etmesi, cariyenin efendisini
 doğurması; ayağı yalın, çıplak fakir koyun
 çobanlarının bina yapmada birbiriyle yarış
 yapmaları vs. gibi olaylar Kıyamet'in küçük alametleri
 olarak sayılmıştır (Buharî, Tecrid, IX, 73;
 Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercan, III, 305,
 306-307; et-Tac, I, 25). 
 Allah, bu kainatın yıkılıp,
 birinci hayatın sona ermesini istediği zaman İsrafil adındaki
 meleğe 'sûr'a bir kere üfürmesini emredecek, o da bir kere
 üfürecektir. Kainatın hepsi bu derin gürültü ile sarsılıp,
 birbirine bağlı olan varlıkların düzeni bozulur,
 irtibat çözülür, korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar
 atılır, pamuk gibi dağılır, gökyüzündeki yıldızlar,
 gezeğenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi
 mevcut olan çekim kanunu iptal olur. Güneşin ayın ve
 yıldızların ziyası gider, gökyüzündeki bütün gezeğenler
 yörüngelerinden çıkar ve alemin tamamı Allah'ın
 yaratmasından önceki hale döner. Bütün bu olaylar, Allah'ın
 indirdiği vahiy ile bilinmektedir (bk. el-Hacc, 22/1-2; el-Karia,
 101/1-5; el-Mearic, 70/8-15; Zilzal, 99/1-3; İnfitar, 82/1-5; Tekvir,
 81/1-6; Vakıa, 56/1-6). 
 İkinci hayatın tanınması ve
 anlaşılması, insan aklının kavrayacağı
 bir şey değildir. İnsan aklı ancak bu hayatta
 olanları ve bu kainatta bulunanları kavrar. Bunun içindir ki,
 ikinci hayatın tanınması, Allah'ın kitabında
 bildirdiği haberler ve Resulü'nün anlatmalarına dayanır.
 Ayet ve hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat,
 İsrafil'in 'sûr'a üflemesiyle bu alemin yok olmasından
 kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır. 
 O hayatın günleri ve ayları bu hayatın
 günleri ve aylari gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür?.
 Bunu bilemiyoruz. Bu, zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek,
 cesetler bitki gibi toprağın altından bitecektir. Bu
 iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan küçük
 kemik vasıtasıyla meydana gelecektir. İkinci
 yaratılış tamamlanıp gelişme ikmal olduğu,
 cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir
 eksiği kalmadığı zaman onlara ruh verilir. Bu
 cesetlere hayat girer, hareket etmeye başlarlar. Ölüm meleğinin
 bu dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade
 eder. Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i salih
 sahibi oldukları için güzel ve temiz ruhlardır. Bunlar ulvi
 alemde muhafaza edilmişlerdir. Bazıları ise, küfür
 sahibi ve günahkar kişilerin ruhlarıdır, bunlar çirkin
 ruhlardır, süflî alemde kalmışlardır. Bu ruhlar,
 bulundukları yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği
 bir melek: "Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz"
 diye seslenir. Onlar bu sesi işitirler ve icabet ederler. Yer açılır,
 kabirlerinden mahşere gitmek için canlı olarak kalkarlar
 (el-Hakka, 69/13-18; Kaf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Mearic,
 70/41-44; elAdiyat, 100/9-10). 
 İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkatın
 bir sahada toplanmasına "Haşr"* denir. Bu toplanma, dünyada
 yaptıklarından dolayı aralarında hüküm verilmesi
 içindir. İnsanlar kabirlerinden canlı olarak kalktıktan
 sonra ilk defa yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir:
 "Mahkukatı ilk yaratmağa
 başladığımız gibi, yine onu öldükten sonra iade
 edeceğiz..." (el-Enbiya, 21/104). Hz. Peygamber (s.a.s.):
 "Kıyamet gününde insanlar çıplak, sünnet olmamış
 ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir.
 " der. Hz. Aişe: "Ey Allah'ın Resulü, kadın ve
 erkeklerin hepsi bir arada olunca birbirlerine bakmazlar mı?"
 diye sorunca Peygamberimiz(s.a.s.): "Ey Aişe, o gün, insanların
 birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir. "
 buyurarak "haşr" için toplanan insanların düştükleri
 sıkıntıyı dile getirmektedir (Müslim, Cennet, 56).
 Muttakî, mücrim ve kafirlerin haşrolunmaları hakkında
 Kur'an şöyle der: 
 "Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın
 huzuruna) topladığımız gün, suçluları da susuz
 olarak Cehennem'e sürdüğümüz (gün) " (Meryem, 19/85-86). 
 "O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları
 (yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız.
 " (Taha, 20/103). 
 "...Kıyamet günü onları (kafirleri),
 yüzü koyun, kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz.
 Varacakları yer Cehennem'dir... " (el-İsra, 17/97; Taha,
 20/124). 
 İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları
 Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine
 iyice yaklaşır, sıcaklık çok şiddetlenir. Ve
 insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar. Bir kısmı
 topuklarına kadar, bir kısmı diz kapağına, bir
 kısmı göbeğine ve bir kısmı da ağzına
 kadar tere batar (Müslim, 8/135; Buharî, 6/137). Hararetin en
 şiddetli olduğu bu günde, adil devlet reisi, gönlü mescidlere
 bağlı genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının
 zina davetini Allah'tan korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî,
 sevgileri Allah için olan iki dost, Allah'a ibadetle büyüyen genç ve
 tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan
 insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde
 gölgelendirecektir (Buharî, Ezan, 36; Hudud, 19). 
 İnsanlar, Rabb'larının huzurunda
 haşrolunup toplandıklarında ve beklemenin zorluğu,
 korkunun şiddeti nedeniyle yorgunluk son haddine
 ulaştığında insanlar, ruhlarının
 temizliği ve kirliliğine göre Yüce Allah'ın kendilerine hükmetmesini
 beklemeye başlarlar: 
 "Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için
 getirildiği zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm
 gününe. Hüküm gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?
 Yalanlayanların vay haline o gün." (el-Mürselat, 77/11-15).
 Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim ile
 mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı
 fasıl günüdür. Özür ve kurtuluş fidyelerinin kabul
 edilmediği (Hadid, 57/15; el-Bakara, 2/254) dillerin
 konuşmadığı bu günde (el-Bakara, 2/255) ancak
 kendilerine, insanlar için şefaat etme izni verilenler konuşabilir.
 İnsanlar Adem, Nuh, İbrahim, Mûsa, İsa peygamberlere,
 kendilerine şefaat etmeleri için giderler. Onlar bu konuda özür
 beyan edince bu defa Hz. Muhammed'e gelirler. Peygamberimiz (s.a.s.) Rabb'ının
 huzurunda secdeye kapanarak ona hamdeder, ümmeti için şefaat
 diler. Rabb'i kendisine: "Başını kaldır ve iste,
 ne istersen verilecektir, şefaat et, şefaatin kabul
 edilecektir" deyinceye kadar secdede kalır. Ümmetine şefaat
 diler. Ümmetinden hesabı olmayanlar Cennet'e girerler. 
 
 >>> 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.