Süphe 
Süphe  
 Şüphe ve karıştırma anlamında
 Arapça bir kelime. Çoğulu "şubeh" ve "şübehat"
 tır. Şüphe veya şüphecilik inanç, ibadet, günlük
 muameleler ve ceza hukukunda sonuçlar doğurur. 
 Bir kimsenin mümin sayılması için iman
 esaslarını şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir.
 Kur'an-ı Kerim'de müminin şüpheden sakınmasını
 bildiren çeşitli ayetler vardır: "Hak, Rabbinden
 gelendir. Artık şüphe edenlerden olma" (el-Bakara, 2/147),
 "(Ey Muhammed)! Bu, Rabbin tarafından bir gerçektir. Sakın
 şüphe edenlerden olma" (lu İmran, 3/60);
 "Kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'ın senin Rabbin
 tarafından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler.
 Öyleyse sakın şüphe edenlerden, olma" (el-En'am, 6/114);
 "Eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden
 önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor. Şüphesiz ki
 sana Rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde kesinlikle şüphe
 edenlerden olma" (Yûnus, 10/94); "Allah'a ve Resulüne iman
 eden, sonra hiç bir zaman imanında şüpheye düşmeyen,
 Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat eden kimseler ancak
 hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte
 bunlardır" (el-Hucurat, 49/15). 
 İbadetlerde şüphe halinde galip zanna göre
 hareket edilir. Mesela bir kimse bir vakit namazını
 kılıp kılmadığında şüphe etse, eğer
 böyle bir şüphe ilk defa olmuşsa namazını
 kılması gerekir. Fakat sık sık vuku buluyorsa galip
 zannına göre amel eder. Yine bir kimse namazında şüphelenerek
 üç mü yoksa dört rekat mı kıldığını
 hatırlamasa, eğer yanılma olayı bu kişinin
 başına ilk defa gelmişse yani bu gibi şüphelenmeler o
 kişide sürekli bir durum haline gelmemişse namazını
 yeniden kılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle
 buyurmuştur: "Sizden biri namazı kaç rekat kıldığı
 hususunda şüpheye düşerse namazını yeniden
 kılsın" (Zeylaî, bu hadis için "garib" demiştir.
 bk. Nasbu'r-Raye, II,173). 
 Eğer böyle bir kimseye çoğu kez şüphelenme
 durumu geliyorsa, galip olan kanaatine göre namazına devam eder.
 Üç veya dört rekatten hangisi hakkındaki kanaati ağır
 basıyorsa o tarafı tercih eder. Çünkü sık sık
 vesveseye düşen kimsenin namazını yeniden
 kılmasında güçlük vardır. Eğer eksiklik farzın
 veya vacibin geciktirilmesine yahut vacibin terkine yol açmışsa
 sehiv secdesi yapılarak bu eksiklik giderilmiş olur. Eksik rekat
 kıldığı kanaati galip olursa bu rekat tamamlanır
 ve arkasından sehiv secdesi yapılır. (Ayrıntı için
 bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali
 İstanbul, 1991 s. 366 vd). 
 Abdullah b. Mes'ud (r.anh)'tan Resulüllah (s.a.s)'in
 şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Sizden biri
 namazında şüpheye düşerse, doğrusunu
 araştırsın ve namazını kanaatine göre tamamlasın.
 Sonra selam versin ve sehiv secdesi yapsın, yani
 yanıldığı için iki secde daha yapsın" (Buhar,
 Salat 31; Müslim, Mesacid, 88,89; Ebû Davûd, Salat, 190, 191, 193;
 Nesaf, Sehv, 24, 25; İbn Mace, Akame, 132, 133; Malik, Muvatta',
 Nida, 61-63; Ahmed b. Hanbel, I,190,193, 204 206). Ebû Said el-Hudrî
 (r.a) şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.s) buyurmuştur ki: 
 Sizden biri namazı dört rekat mı üç
 rekat mı kıldığında şüpheye düşerse,
 şüphesini atsın ve kesin olarak bildiği ne ise onun
 üzerinden namazını tamamlasın, sonunda da iki secde
 yapsın. Eğer beş rekat kılmışsa, bu
 secdeler namazına şefaatçi olur, eğer tam
 kılmış ise, bu iki secde şeytanın kendisinden
 uzaklaştırılmasına vesîle olur" (Buharî, Sehv,
 6,7; Müslim, Salat, 19, 20; Ahmed b. Hanbel, III, 12, 37, 42) 
 Diğer yandan namazda şüphelenip, kaç rekat
 kıldığı hususunda kesin kanaate varamayan kimse en az
 rekatı esas alarak namazına devam eder. Çünkü en azı
 hakkındaki bilgi kesindir. Böyle bir kimse oturması
 gerektiğine kanaat getirdiği her yerde oturmalıdır. Böylece
 farz veya vacip olan bir oturuşu terketmemiş olur. En azı
 ile amel etmek gerektiğinin delili şu hadistir: "Sizden
 biri namazında şüphe ederse, üç mü yoksa dört mü kıldığını
 bilemezse, şüphelenmeyi bıraksın ve en az rekatı
 esas alarak namazına devam etsin" (ez-Zeylaî, a.g.e, II, 174). 
 Şüphenin Günlük Muamele, Akit ve Ceza Hukukuna
 Etkisi: 
 Akit ve muamelelerin rükun ve şartlarında
 şüphe ve zanna yol açacak belirsizliklerin bulunmaması
 gerekir. Aksi halde geçerli bir muamelenin sonuçları tam olarak
 meydana gelmez. Diğer yandan şüphe kesin olarak sabit olan bir
 şeyi ortadan kaldırmaz. Bu kural Mecelle'de şöyle
 ifadesini bulmuştur: "Şek ile yakîn zail olmaz"
 (Madde, 4). 
 Şüphe, hukukta şöyle tarif edilmiştir:
 Sabit olup olmadığı kesinlik kazanmayan, ortada olan
 şeydir. Şüphe, had ve kısas cezalarını düşürür.
 Miktarı vahiy ve sünnetle belirlenmiş olan cezalara "had
 cezası" denir. Çoğulu "hudûd"tur. Bunlar beş
 tane olup Şunlardır: Zina, zina iftirası,
 hırsızlık, yol kesme ve içki içme cezası. Bunlardan
 ilk dördünün cezası ayetle, içki içmenin cezası ise
 hadisle sabittir (bk. "Had, Hadler" maddesi). Kısas kul
 hakkı olup, bu da ayetle belirlenen bir ceza türüdür. Miktarları
 İslam tarafından belirlenmeyip İslam devlet
 yöneticilerince belirlenen cezalara ise "ta'zîr cezası"
 denir. 
 İşte şüphe olunca bu had ve kısas
 cezaları düşer. Delil şu hadistir: "Gücünüz yettiği
 kadar şüphelerle had cezalarını düşürünüz"
 (Ebû Davûd, Salat, 14; Tirmiz, Hudûd, 2). Bunu beşeri hukuklar
 "şüpheden sanık yararlanır" biçiminde ifade
 etmiştir. Bu prensip gereği Hz. Ömer kıtlık
 yılında ihtiyaç sebebiyle hırsızlık yapanın
 elini kesmemiş, efendisinin veya hısımının
 malından çalana da o malda hakkı olabileceği şüphesiyle
 hırsızlık cezası uygulanmamıştır. 
 Bu prensiple ilgili çeşitli örnekler
 verilebilir. Mesela; suçluya ceza uygulanırken şahitlerden
 birisi şahitlikten dönse, infaz durdurulur. Yine iki kişiden
 birisi bir kimsenin içki içtiğine, diğeri ise
 davalının içki içtiği ikrarını
 işittiğine şahitlik yapsa şüphe yüzünden ceza infaz
 edilmez. Bir kimse hırsızlık yaptığını
 inkar eder, fakat sonradan bu inkarından döner, daha sonra da malın
 bir kısmını çaldığını tekrar ederse
 şüphe yüzünden had uygulanmaz (Cevat Akşit, İslam Ceza
 Hukuku ve insanı Esasları, İstanbul 1987; "Had,
 Hadler" mad. Ş.İ.A, II, 282-284) . 
 Zina suçunun sabit olması için zina ettiği
 iddia edilen erkekle kadın arasında nikah, nikah şüphesi,
 mülk veya mülk şüphesi bulunmamalıdır. Aksi halde zina
 sabit olmaz. 
 Nikah şüphesine şunlar örnek verilebilir:
 Bir kimse şahitsiz veya velisiz olarak nikahlandığı
 yahut geçici nikah ile evlendiği bir kadınla cinsel
 ilişkide bulunsa, erkek bu ilişkinin haramlığına
 inansa bile zina cezası gerekmez. Çünkü müçtehitler arasında
 şahitsiz veya velisiz ya da geçici nikahın caiz olup
 olmadığı konusunda görüş
 ayrılığı vardır. Bu görüş
 ayrılığı ise şüphe doğurur. Yine bir kimse
 nesepçe mahrem hısımlarından olan veya süt hısmı
 bulunan ya da ebedi olarak haramlık doğuracak sıhrî hısımlarından
 birisi ile evlense yahut iki kız kardeşi bir arada nikahlasa
 yahut da başkasının iddet beklemekte olan
 boşanmış ya da kocası ölmüş bir kadınla
 evlense bu akde dayanarak cinsel ilişkide bulunsa Ebû Hanife ve
 Sevri'ye göre haramlığı bilse bile had cezası
 gerekmez. Fakat ta'zîr cezası uygulanır. Çünkü had cezasını
 düşürecek nitelikte şüphe doğuran nikah akdi vardır. 
 Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şafiî, Malîki
 ve Hanbelîlere göre, ebedî olarak haram olan her cinsel ilişkiden
 ötürü had cezası gerekir. Böyle bir nikah batıl olur ve
 bundan doğacak şüpheye de itibar edilmez. Çünkü bu, fasit
 bir şüphedir. Ebedî olarak haramlık doğurmayan
 şahitsiz evlenme veya eşinin kız kardeşini de
 aynı anda nikahlama gibi durumlarda ise had cezası gerekmez.
 Ancak Malîklere göre nesep, süt hısımı veya
 beşinci eşle aynı anda evli olmak gibi durumlarda bunun
 haramlığını biliyorsa had gerekir; bilmiyorsa bu
 bilmeme şüphesi haddi düşürür: 
 Ebû Hanîfe, nikahın helal veya haram oluşu
 arasında bir ayırım yapmaksızın, ehli
 tarafından ve mahallinde yapılan bir nikahın haddi düşüreceğini
 söyler. Tarafların haramlığı bilip bilmemesi de
 sonucu değiştirmez. 
 Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'in de içinde bulunduğu
 çoğunluğa göre ise, nikah ebedî olarak haram olur veya
 haramlığı icma ile sabit bulunursa had gerekir. Çünkü
 cinsel ilişki kendisinde şüphe olmayan bir mahalle rastlamış
 olur. Nikah ebedi olarak haram olmaz veya haramlığı
 üzerinde görüş ayrılığı bulunursa had gerekmez
 (bk. el-Kasan, el-Beday, VII, 35 vd.; eş-Şirbîn,
 Mugnî'l-Muhtac, IV, 145, 146; eş-Şıraz, el-Mühezzeh,
 II, 267; İbn Kudame, el-Mugn, VIII, 182). 
 Hanefîlerde Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in görüşü
 ile fetva verilmiştir. Ancak İbn Abidîn şerhlerin
 hepsinde Ebû Hanife'nin görüşünün tercih edildiğini,
 bununla fetva vermenin daha uygun olacağını belirtir
 (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır, t.y., III, 168). 
 Şafiîlere göre, bir kimse bir kadını
 zina etmek üzere kiralasa ve onunla zina yapsa ve yine mahrem hısımlarından
 birisi ile haramlığını bilerek evlense bu kimseye zina
 haddi gerekir. Çünkü buradaki akit onun cinsel ilişkisini mübah kılmaz.
 Bu nikahın varlığı ile yokluğu birdir (ez-Zühaylî,
 el-Fıkhu'l-İslamî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VI,
 32). 
 Fiilde şüphe de haddi düşürür. Ancak
 bunun için fiili işleyenin fiilin haramlığını
 bilmemesi gerekir. Mesela; eşini üç talakla boşayan kimse
 iddet süresi içinde, helal sanarak boşadığı
 eşiyle cinsel ilişkide bulunsa zina cezası uygulanmaz.
 Çünkü doğacak çocuğun nesebi, kadının iddet süresince
 başka bir erkekle evlenememesi, kadının nafaka ve mesken
 ihtiyacının erkeğin üzerine vacip olması gibi
 sebeplerle nikahın izlerinin devam etmesi, şüphe uyandıracak
 güçtedir. Bir bedel karşılığında boşama,
 bir defa bile iddet süresince yukarıdaki sonuçları
 doğurur. "Çık git, bir daha geri dönme!" gibi
 kinayeli sözcüklerle bir defa boşama halinde iddet süresi içinde
 cinsel ilişkiye had uygulanmaz. Burada haramlığın
 bilinip bilinmemesi, sonucu etkilemez. Çünkü bu durumda boşamanın
 kesin veya cayılabilir nitelikte olup olmadığı
 konusunda sahabe arasında görüş ayrılığı
 vardır. 
 Şüphe bazı durumlarda fiili işleyenle
 ilgili olur. Bu da bazı şartlarla cezayı düşürür.
 Mesela; bir kimse yatağına gece giren bir kadınla eşi
 sanarak cinsel ilişkide bulunsa, yine bir ama eşine seslense
 ona başka bir kadın cevap verse, onu eşi sanarak cinsel
 ilişkide bulunsa Şafiî, Malikî ve İmam Züfer'e göre
 erkeğe zina cezası verilmez. Çünkü o yanılmada özürlü
 sayılır. Bu şuna benzer: Bir erkeğe eşi
 olmadığı halde, eşi olduğunu söyleyerek bir kadını
 zifaf için getirseler ve cinsel ilişki meydana gelse, erkeğe
 had gerekmez, ancak kadının mehir hakkı doğar (bk.
 İbnü'lHümam, Fethu'l-Kadîr, IV, 146). 
 Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Hanbelîlere göre yukarıdaki
 kişiye iki durumda da had cezası uygulanır. Çünkü burada
 zan, ona cinsel ilişkiyi meşru kılmaz. Belki
 kadının kendi eşi olup olmadığını
 araştırması gerekirdi. Buradaki şüphe haddi düşürecek
 güçte değildir. İmam Muhammed'e göre ise gözleri görmeyen
 kimse eşine seslenince "Ben senin eşin
 filancayım" diye cevap verse, bunun üzerine cinsel ilişki
 vuku bulsa had gerekmez. Fakat kadın, eşi olduğunu
 belirtmeksizin "Ben filancayım" dediği halde cinsel
 ilişki olmuşsa had uygulanır (bk. el-Kasanî, a.g.e, VII,
 37- İbnü'lHümam, a.g.e, IV, 147; İbn Kudame, el-Muğnî,
 VIII, 184; ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 33 vd). 
 Hamdi DÖNDÜREN 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.