Seytan 
Seytan  
 Kötü rûhun, kötü birinin, kötülüğe
 teşvik edenin, kötülüğün temsilcisinin, karanlık ve dalaletin
 önderinin, Allah'ın ve O'nu seven, O'na kullukta bulunan herkesin büyük
 düşmanının müşahhaslaştırılmış
 şekli veya kötülüğün sembolü olmuş varlık. 
 Şeytan (Satan) İbranice asıllı bir
 kelime olup, rakip, muhalif gibi anlamlara gelir. Tevrat'ta da bu anlamda
 kullanılmıştır (Sayılar, 22/22). Yeni Ahid'de
 ise, bu dünyanın reisi (Yuhanna, 16/11), hava kuvvetlerinin reisi
 (Efesoslulara Mektup 2/2) gibi vasıflarla karakterize edilmiştir
 (Custav Davidson, A Dictionary of Angels, London 1968, s. 101). dem
 (a.s)'a secde emrinden önceki ismi, Süryanca "tanrı
 tarafından desteklenmiş" anlamına gelen Azazel (veya
 Azazil * ), Arapça Haris idi. Azazel, Hanuk'un Kitabı'nda,
 Allah'ın rahmetinden kovulan 200 kadar melekten biri olarak
 zikredilir. O, erkeklere kılıç ve kalkan yapmayı;
 kadınlara ise, süslü giyinmeyi ve göz kapaklarını güzelleştirme
 sanatını öğretmiştir. Yahudi geleneğinde de Azazel,
 dem'e secdeyi reddeden melek olarak zikredilir. Eyüb'ün Kitabı'nda
 ise, Tanrı'nın oğullarından biri olarak geçer (Eyüp,
 1/6;2/7). dem'e secdeyi kabul etmeyiş gerekçesindeki
 "kendisinin dumansız ateşten dem'in de çamurdan yaratılmış
 olma" (el-A'raf, 7/12) bahanesinde asıl vurgulamak
 istediği, ateşten yaratılanın ölümsüz, çamurdan
 yaratılanın ise ölümlü olacağı düşüncesidir.
 (Davidson, a.g.e., s. 63,261; S.G.F. Brandon A, Dictionary of Comparative
 Religion, London 1971, s. 558). Böylece Azazel, Adem'e secdeyi kabul
 etmediği andan itibaren, "hayırdan ümidini kesmiş,
 pişmanlık ve üzüntü duyan" anlamında İblis;
 secde etmeyiş sebebi olarak da "beni dumansız ateşten,
 onu ise çamurdan yarattın " diyerek hükümsüz bir bahane ve
 kendisince geçerli bir gerekçe gösterdiği ve dem'i cennet'ten çıkarmaya
 çalıştığı andan itibaren de Şeytan
 adını almıştır. Binaenaleyh İblis ve
 Şeytan, davranışlarına paralel olarak, ona sonradan
 verilen iki isimdir. Kur'an'da dem'e secde söz konusu olan bütün
 ayetlerde özellikle "İblis" kelimesinin
 kullanılmış olması hem yukarıdaki görüşün
 doğruluğu, hem de ayetlerde kullanılan kelimelerin yerli
 yerince seçilişi ve Kur'an'ın yüce üslûbu hakkında bir
 fikir vermektedir. (el-Bakara, 2/34; el-A'raf, 7/11; el-Hicr, 15/31-32;
 el-Asra, 17/61-62; el-Kehf, 18/50; Ta-ha, 20/116; Sa'd, 38/84-85). 
 Şeytan, Arapça "şetane" kökünden
 rahmetten uzaklaştı, hak'dan uzak oldu; "Şata"
 kökünden ise, öfkeden tutuştu, helak olacak hale geldi gibi
 manalara gelip insanlardan, cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar
 veren her şeyin adı olmuştur. Bu manada bir canavar veya
 yılana da şeytan denilir. Aynı şekilde haset, öfke
 gibi insana mahsus olan her kötü huy ve davranış da
 şeytan diye isimlendirilmiştir. 
 Şeriat örfünde ise, Yüce Allah'ın Adem'e
 secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilahi
 rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan,
 cin taifesinin inkarcı kesiminden (el-Kehf, 18/50) gizli bir
 varlıktır. Diğer isimleri ise Garûr, Vesvs, Hannas,
 Kafir, Sağîr, Marid, Taif, Fatin, Mel'ûn, Mez'ûm, Medhûr,
 Mekzû, Kefr, Hazûl, Adüvv, Mudill, Merid'dir (Frûzabad, Kamus
 Tercemesi, İstanbul 1305, IV, 665; Seyyid Muhammed Murtaza ez-Zeb-Ed,
 Tacü'l-Arûs, Beyrut (t.y) IX, 353; İsmail b. Hammad el-Cevher,
 es-Sıhah, Beyrut, 1399/1979, V, 2144; Ragıb Isbahan,
 el-Müfredat f Garibi'l Kur'an, Mısır (t.y) s. 383; es-Seyyid
 Sabık, el-Akaidü'l-İslamiyye, Beyrut (t.y) s. 139; Süleyman
 Ateş, İnsan ve İnsan üstü, İstanbul 1979, s. 36 vd.;
 Mehmed Hulusi İşler, Nefis ve Şeytan, İstanbul 1984,
 s. 106) . 
 Yaratılışı ve Hz. Adem'e secde
 emrinden önceki durumu: Evrende dem (a.s) den önce yaratılmış
 melek ve cin adında iki varlık mevcuttu (el-Bakara, 2/31;
 el-Hicr, 15/26-29). Şeytan, cin denen varlık grubuna mensup idi
 (el-Kehf, 18/50). Hz. Adem'e secde emrine kadar hissiyatına dokunan
 bir teklif yapılmamış ve imtihan
 olunmamıştı. Onun bu ana kadar, Allah'ın emirlerine göre
 mi, yoksa öz nefsinin isteklerine göre mi hareket ettiği
 bilinmiyordu. Adem'e secde emri onun hissiyatına ters düştü.
 Emri yerine getirmekten kaçındı. Gerekçe, kendisinin ateşten,
 dem'in ise topraktan yaratılmış olmasıydı. Böylece
 o, itiraf ve özür dileme yerine itirazı ve hayatı tercih etti.
 Ona göre ateşten yaratılmış olmak bir üstünlük
 sebebiydi. (Sa'd, 38/71-85). Böylece o, ateşin topraktan üstünlüğü
 gibi iki madde arasında, aslında olmayan bir farklılık
 görmüştü. Her iki maddenin yaratıcısının da
 Allah olduğunu itiraf etmesine rağmen Adem'in yeryüzünde
 Allah'ın halifesi olması, Allah'tan bir ruh
 taşıması gibi (el-Hicr, 15/29; Sad, 38/72) asıl
 üstünlüklerini bilmezden gelmişti. dem'de toprak, kendisinde
 ateşten başka bir mahiyet görmemiş; ölüden diri,
 diriden ölü yaratan ve bütün meziyetleri bahseden Allah'ı maddeye
 mahkum sanmıştı (Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an
 Dili, İstanbul (t.y), III, 2133; N. Mehmet Solmaz-İsmail L.
 Çakan, Kur'an-ı Kerim'e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi,
 İstanbul 1982, 1, 19). 
 Bu anlayış Şeytan'a, Allah'ın
 huzurundan kovulma, rahmetinden ümit kesme ve kıyamete kadar O'nun lanetini
 haketme dışında hiç bir şey kazandırmadı.
 Çünkü o dar görüşlüydü, maddenin ötesini görememişti.
 Maddeyi tek ve gerçek ölçü sanmakla şeytanca bir
 yanılgıya düşmüştü. His ve duygularıyla
 hareketi sonucu kendi nefsinden kaynaklanan
 yanılgısını Allah'ın emrine tercih etmekle
 insanın üstünlüğü gerçeğini kabul etmemişti.
 Çünkü bu secde emri yalnız Adem'in sahsına değil, zürriyeti
 de dahil, insan nev'ine verilen bir şeref ve imtiyazdı
 (Yazır, a.g.e., III, 2129). 
 Bu aynı zamanda insanın üstünlüğüne
 yapılan ikinci itirazdı. Birinci itiraz da meleklerden
 gelmişti (el-Bakara, 2/30). Şeytan'ın bu itirazı, büyüklük
 taslamaya ve neticede kendisini inkara götüren bir isyana dönüştü.
 Çünkü o, neticede sahibini alçaltacak olan bir büyüklük anlayışına
 sahipti. Nihayet Allah'tan şu hitap geldi: İn oradan! Orada büyüklenmek
 sana düşmez, defol!... Sen alçağın birisin! Defol oradan.
 Sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar
 lanet sanadır" (el-A'raf, 7/13; el-Hicr, 15/34-35; Sad,
 38/77-78) . 
 Böylece Hz. Adem'e karşı büyüklük
 taslaması ve secde emrine isyanı neticesinde ilahi rahmetten
 ebediyen kovuluşu "İblis" adını
 almasına sebep oldu. Hz. Adem'e secde emri karşısında
 isyan eden ve hakikatle ilgili bütün bağları koparılan ve
 melekler arasındaki yerini de kaybederek tamamen yalnız kalan
 şeytan bu defa intikam peşine düştü. Bir başka
 deyişle şeytanca tutum içerisine girdi. Hedefi insandı.
 Çünkü insan yüzünden ilahi rahmetten uzaklaştırılmıştı.
 Amacına ulaşabilmek için de Allah'tan kıyamete kadar mühlet
 istedi. 
 Mühlet verilişi: Hz. Adem (a.s)'a secde emri karşısında
 büyüklük taslaması sonucu ilahi rahmetten ümidini kesen ve
 tamamen yalnız kalan şeytan, hayatından da endişe
 etmeye başladı. "- İnsanların tekrar
 dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" (el-A'raf, 7/14) diye
 Allah'a yalvardı. İnsanların tekrar dirilecekleri günden
 maksat ise sûr'a ikinci üfürülüş zamanıdır (ez-Zümer,
 39/68; el-Mutafffin, 83/6). Bu şekilde mühlet istemekle tekrar
 dirilmeden sonra artık ölümün olmayacağını biliyor
 ve böylece ölümden kurtulacağını sanıyordu. Onun bu
 ölümsüzlük isteği, "...belirli bir zamana kadar"
 (el-Hicr, 15/38) kaydıyla, "Sen mühlet verilenlerdensin!."
 (elA'raf, 7/15) seklinde cevaplandırıldı. Belirli bir
 zamandan maksat ise, sûr'a birinci üfleniş zamanıdır
 (en-Neml, 27/87). Bununla o, zillet ve hakaret dolu bir hayatı
 ölüme tercih etti. Onun için esas düşüş de bu oldu. 
 Buradan da anlaşılacağı gibi,
 şeytan aslında Allah'ı ve öldükten sonra dirilmeyi inkar
 etmediği gibi Adem'in nesli ve zürriyeti olacağını,
 dünyada bir müddet yaşayıp sonra öleceklerini ve bir gün
 gelip tekrar diriltileceklerini de biliyordu. Şu halde onun küfrü
 Allah'ı ve ahireti inkar şeklinde değil, teklif edilen
 emrin gereğini yerine getirmeyi kabul etmeme ve itiraz
 şeklindedir (Yazır, a.g.e., III, 2135). 
 Görevi: Belirli bir zamana kadar mühlet verilen
 şeytan, hatasını anlayıp tevbe ederek suçunu
 affettirme yoluna gitmedi. Bilakis daha da azgınlaştı.
 Kendisine, kıyamete kadar meşgul olabileceği bir hedef seçti.
 Bu hedef, İlahi rahmetten uzaklaştırılmasına
 sebep olan insandı. Gönlünü intikam duyguları bürümüştü.
 Cüretkar bir eda ile bu duygularını Yüce Allah'a şöyle
 açıkladı: "- Beni azdırdığın için
 yemin ederim ki, yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim
 ve onların hepsini saptıracağım" (el-Hicr,
 15/39). 
 Görüldüğü gibi, Yüce Allah isyanından
 dolayı şeytanı hemen huzurundan kovmamış, önce
 ona konuşma fırsatı vermiş, hatasını
 anlayıp tevbe etme imkanı tanımış fakat o, inat
 ve küfründe ısrar edince, bulunduğu makamdan indirmiş ve
 tasarladığı planlarını şöylece sınırlayıvermiştir:
 "Halis kullarım üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana
 uyan sapıklar bunun dışındadır" (el-Hicr,
 15/42). -Yerilmiş ve koğulmuş olarak defol. Yemin olsun ki,
 insanlardan sana kim uyarsa; sizin hepinizi Cehennem'e
 dolduracağım" (el-A'raf, 7/18). Şu halde şeytana
 uyan ondan, onun tebaasından olup onun akıbetine
 uğrayacaktır. Bu ayetlerden de anlaşılacağı
 gibi şeytana, Allah'ın halis kulları üzerinde etkili
 olabilecek hiç bir güç verilmemiştir. Binaenaleyh düşüncesinde,
 yaşayışında ve huyunda şeytana karşı
 olan insan, "Allah'ın kulu" sıfatını
 koruyacaktır. Şeytana ait bir vasfı taşıyan
 kimsede ise, şeytandan bir haslet var demektir (Yazır, a.g.e.,
 111, 2138). 
 Havva'nın yaratılışından
 sonra: Bilindiği gibi ilk insan olarak yaratılan Hz. Adem
 erkekti; Adn Cenneti'nde ikamet ediyordu. Burası Adem'in ilk vücut
 nimetine mazhar olduğu hilkat bahçesiydi. Kendi cinsinden ve
 nefsinden eşi de yaratıldı. (er-Rûm, 30/21). Eşinin
 adı Havva idi (Sahih-i Buhar Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX/81).
 Artık evrende iki insan vardı: Adem ve Havva. Böylece insanın
 Cennet hayatı başlamıştı, devam ediyordu. Öte
 yanda, Adem'i kendi felaketine sebep bilen şeytan, ondan öç almayı
 planlıyordu. Bunun üzerine Adem ve eşini Allah şöyle
 uyardı: "Ey Adem! Eşin ve sen Cennette kal, orada olandan
 istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca
 yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz .." (el-Bakara,
 2/35; Ta-Ha, 20/117-119). Şimdi imtihan edilme sırası
 Adem'e gelmişti. Aslında Adem'e ve eşine
 yaklaşılmaması tavsiye edilen ağaç, aynı zamanda
 bir imtihan sahasıydı. Onun meyvasından yemek ise, yasak
 bir fiilin işlenmesi, sorumluluk sahasının
 dışına çıkılması ve Allah'ın
 koyduğu bir yasağın çiğnenmesi demekti. Bu
 yasağı çiğnemekse Allah'ın tayin ettiği
 sınırları ve hukuk dairesine tecavüz demek olacağından,
 bir haksızlık ve dolayısıyla kişinin kendisine
 zulümdü. Bunun için zalimlerden olursunuz denilmişti (Yazır,
 a.g.e., III, 2139). Nihayet "şeytan oradan ikisinin de
 ayağını kaydırttı..." (el-Bakara, 2/36) ve
 onların yanılmalarını sağladı (A'raf,
 7/20-22; Taha, 20/120). Adem ve eşi, melek olma veya Cennet'te
 ebedi kalma ihtimallerini duyunca, şeytanın kendilerine düşman
 olduğunu unuttular. "Ağaca yaklaşmayın"
 emrine sabırsızlık edip ondan yediler (Taha, 20/115). Ağaçtan
 meyve tadınca ayıp yerleri kendilerine açılıverdi.
 (Taha, 20/121). Allah Adem'e görevini hatırlatarak "Ben sizi
 o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık
 bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye
 seslendi (el-A'raf, 7/22). Nimetin devamlılığı ve
 Cennet'te edebi kalma arzusu onların bu duruma düşmesine ve
 şeytana uymalarına sebep olmuştu. Fakat
 hatalarını çok çabuk anladılar, meleklerin yolunu seçerek
 derhal tevbe ettiler (el-A'raf, 7/23). Allah da tevbelerini kabul etti
 (el-Bakara, 2/37; Taha, 20/122). Fakat cennette daha fazla kalmalarına
 müsade etmedi ve şu emri verdi: Birbirinize düşman olarak
 inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.
 Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız..."
 (el-A'raf, 7/24-25). Hz. Adem ile Havva, emre uyup yeryüzüne indiler,
 yeryüzünde tekrar emre uyup buluştular ve Rab'larına birlikte
 şöyle dua ettiler: "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi
 bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kaybedenlerden
 oluruz... (el-A'raf, 7/23). Allah ikisinden pek çok erkek ve kadın türetti
 (en-Nisa, 4/1). Yeryüzünde insanlar çoğaldı. Allah, Adem'in
 çocuklarını peygamber yaptı (el-Bakara,2/38; Alu İmran
 3/33; Taha, 20/122-123). Ondan sonra, şeytana karşı
 insanı peygamberlerle korudu. Artık hidayet peygamberlerin, dalalet
 de şeytanın yolu olacaktı. Adem'in oğullarından
 Habil ve Kabil'in kişiliğinde de Melek-Şeytan
 kutuplaşması vardı (Çakan-Solmaz, a.g.e., I, 27). 
 Şeytanla Adem ve Havva arasında geçen bu
 hadiseden sonra Allah, şeytana karşı tedbirli olmaları
 için. insanları da uyardı ve şöyle buyurdu: "Ey
 insanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek
 için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten
 çıkardığı gibi sizi de
 şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz
 yerlerden o ve tarafları sizi görürler. Biz şeytanları
 inanmayanlara dost kılarız" (el-A 'raf, 7/27). 
 "Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal
 şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için
 apaçık bir düşmandır. Muhakkak size kötülüğü,
 hayasızlığı, Allah'a karşı da
 bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder" (el-Bakara,
 2/168-169). 
 "Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara
 taparlar ve: "Elbette senin kullarından belli bir
 takımı alıp onları saptıracağım,
 develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim,
 onlara kuruntu kurduracağım, Allah'ın
 yarattığını değiştirmelerini
 emredeceğim" diyen, Allah'ın lanet ettiği azgın
 şeytana taparlar. Allah'ı bırakıp şeytanı
 dost edinen şüphesiz açıktan açığa kayba
 uğramıştır. Şeytan onlara vadediyor, onları
 kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.
 İşte onların varacağı yer cehennemdir. Oradan kaçacak
 yer de bulamayacaklardır" (en-Nisa, 4/117-121) Ayrıca bkz.
 (el-Kehf, 18/50; el-Fatır, 35/6). 
 Bu ayetler aynı zamanda insanın,
 şeytanın fitnesinden sakınmasının mümkün olduğunu
 da gösterir. Yine bu ayetler imansızlıkla-şeytanlık,
 imansızlarla-şeytanlar arasında bir yakınlık
 olduğunu ve şeytanın imansızların velileri,
 amirleri, işverenleri, başlarına musallat
 yakınları ve arkadaşları olduğunu gösterir.
 Allah'ın gösterdiği doğru yoldan uzaklaşan ve O'nun
 koyduğu yasakları çiğneyen kimselerin eninde sonunda
 mutlaka şeytanın tuzağına düşecekleri
 (ez-Zuhruf, 43/36-39), şeytanın tuzağına düşen
 bu azgın kimselerin, sonunda şeytanın kendilerini istila
 etmesine ve kayıtsız şartsız şeytanın esiri
 olmalarına mani olamayacakları bildirilmiş (el-Mücadele,
 58/19) "... eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik
 olursunuz" (el-En'am, 6/121) buyurulmuştur. 
 eytanın kendilerine te'sir edemeyeceği
 kimseler de ayetlerde şu şekilde belirtilmiştir:
 "Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın,
 doğrusu O işitir ve bilir. Allah'a karşı gelmekten
 sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye
 uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler"
 (el-A'raf, 7/200-201), "Kur'an okuyacağın zaman,
 kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu
 şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler
 üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu sadece, onu dost edinenler ve
 Allah'a ortak koşanlar üzerindedir" (en-Nahl, 16/98-100).
 Allah'ın halis kullarına te'sir edemeyeceğini,
 şeytan, bizzat kendisi de itiraf etmiştir (el-Hıcr,
 15/28-43; el-İsra, 17/61). 
 Her insana bir şeytan verilişi: Yüce Allah
 insanı, yol gösteren bir melekle desteklediği gibi, onun
 yanına, kendisine vesvese veren, kötülüğü süslü gösteren,
 münkere teşvik eden ve fitneye çağıran bir de şeytan
 vermiştir. Bu konuda peygamberlerle diğer insanlar arasında
 hiç bir ayırım yapılmamıştır. Şöyle
 ki: Böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
 yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı (içi
 bozuk dışı süslü ve aldatıcı) sözler
 söylerler" (el-En'am, 6/11 2- 113). Yani vahyeder gibi seri bir ima
 ve işaretlerle öyle süslü, yaldızlı sözler telkin
 ederler ki bunların sade dışındaki süsüne bakanlar
 aldanır ve onların şeytanlıklarına meftûn
 olurlar. Hz. Peygamber de bir soru üzerine: "Her insanın
 yanında bir şeytan vardır" buyurmuş,
 "Seninle de mi ey Allah'ın elçisi?" diye sorulduğunda,
 "Evet, fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti de, o
 da bana teslim oldu" cevabını vermiştir (Müslim,
 Münafikûn, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115). Kitab-ı
 Mukaddes'te belirtildiğine göre şeytan Eyyûb Peygamber'e de
 kötülükte bulunmuş, İsa (a.s)'a da musallat olmuştu:
 "... Ve şeytan Rabbin önünden çıktı ve Eyyûb'u,
 ayağının tabanından tepesine kadar kötü çıbanlarla
 vurdu ." (Eyûb, 1,6 v.d. 11,7). "İsa Rûhülkudusle dolu
 olarak, Erden'den avdet etti ve Ruh tarafından çöle sevkedildi. Kırk
 gün müddet İblis tarafından tecrübe olundu. İblis her
 tecrübeyi bitirdikten sonra bir zamana kadar ondan ayrıldı"
 (Luka, IV, 1-13). 
 İnsanı şeytana tutsak eden nefsî hastalıklar:
 Zayıflık, ümitsizlik, emelsizlik,
 şımarıklık, aşırı sevinç, kendini beğenmişlik,
 yersiz övünme, zulüm, azgınlık, inkar, nankörlük,
 acelecilik, başıboşluk, serserilik, cimrilik, açgözlük,
 hırs, münakaşa, gösteriş, şüphe, kararsızlık,
 cehalet, gaflet, düşmanlıkta katılık, aldatma, yalan
 iddia, sabırsızlık, şikayet ve yakınma, infak
 etmeme, isyankarlık, inatçılık, tahakküm, haddi aşma,
 mala düşkünlük ve dünyaya dört elle sarılma. 
 Nefis bu hastalıklardan kurtulup mutmain olunca içini
 Allah'ın zikri, şeytandan sakınma, güç ve gayretin Allah
 ile mümkün olduğunu itiraf etme, gökleri ve yeri ayakta tutan ve
 yok olmaktan koruyan Allah'a yönelme gibi, insanın
 maneviyatını güçlendiren ve rûhi kalitesini yükselten
 faziletlerle dolar. Bu duruma yükselen insandan şeytan artık
 çekinmeye başlar ve onunla
 karşılaştığı yolunu değiştirir
 (Seyyid Sabık, a.g.e., s. 154). Nitekim Hz. Ömer bunun en güzel
 örneğidir. Hz. Peygamber ona hitaben şöyle demiştir:
 "Ey Hattaboğlu Ömer, şeytan asla seninle karşılamaz.
 Sen bir yoldan giderken, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir
 gider" (Buharî, Fedailü'l-ashab, 6; Müslim, Fedailü's-sahabe,
 2; Ahmed b. Hanbel, I, 171, 182). 
 Şeytana uyanların durumu ve ahirette hesaplaşma:
 Hz. Adem'in yaratılışı ile meydana gelen bu imtihanda,
 şeytanın, nefsanî hislerine tabi olarak melekler arasındaki
 makamdan şekavetin en aşağı mertebesine düşmesi
 ne kadar acıklı ise, hiç şüphe yok ki, meleklerin secde
 ettiği varlık olmak şerefine mazhar olan insanın, apaçık
 düşmanı olan şeytanın izine ve huyuna uyarak o ulvî
 makamdan düşüşü ve onun akıbetine iştirak
 edişi ondan daha acıklı olacaktır. Allah Kıyamet
 günü, insanları doğru yoldan uzaklaştıran kötü
 gruba hitaben şöyle der: "...Ey cin topluluğu!
 İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız.
 İnsanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir
 kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve
 bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık " derler.
 Allah, "Cehennem, Allah 'ın dilemesine bağlı olarak,
 temelli kalacağınız durağınızdır"
 der (el-En'am, 6/128). İnsanlara hitaben de: "...Ey insanoğulları!
 Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır,
 Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi? And olsun ki,
 o sizden nice nesilleri saptırmıştı, akletmez
 miydiniz? İşte bu, size söz verilen cehennemdir. Bugün,
 inkarcılığınıza karşılık oraya
 girin" (Yasin, 36/59-64) buyurmuştur. Diğer bir kıyamet
 sahnesinde de şeytan, kendisine uyanları kınayacak ve
 şöyle diyecektir: "İş olup bitince şeytan:
 "Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de
 size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfûzum
 yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni
 değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam,
 siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak
 koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere
 can yakan bir azab vardır" der" (İbrahim, 14/22). 
 Yaratılış hikmeti: Alimler,
 şeytanın yaratılmasında bir takım hikmetlerin
 bulunduğunu söylemişlerdir. 
 a- Allah, eşyayı zıdlarıyla
 birlikte yaratmıştır ki, biri diğerinden
 ayırdedilebilsin ve aralarındaki fark insanlar tarafından
 anlaşılabilsin. Şeytan da yaratıkların en temiz
 ve en şereflilerinden biri olan, hak ve hayrı tavsiye eden
 meleklerin varlığına mukabil
 yaratılmıştır. 
 b- Şeytanın yaratılmasındaki bir
 başka hikmet de, Allah'ın üstünlük ifade eden, Kahhar,
 Müntekîm, Adl, Dal, Şeddü'l-ikab, Serîul'-hisab, Hafid,
 Rafi', Muizz, Müzill gibi isimlerinin tecelli edecekleri bir varlığın
 gerekli olmasıdır. Zira bu isimler taalluk edecekleri bir
 varlığı gerektiren kemal sıfatlarıdır.
 Şayet ins ve cin melek tabiatında olsaydı, bu isimlerin
 eseri ve neticesi ortaya çıkamazdı. 
 c- Eğer şeytan yaratılmamış
 olsaydı, Allah'ın hıfz, afv, mağrifet, rahmet, günahları
 örtme ve bağışlama gibi hususları ihtiva eden kemal
 sıfatlarının ve isimlerinin tecelli etmesi mümkün olmazdı.
 Peygamberimiz bunu veciz bir şekilde şöyle dile getirmektedir:
 "Eğer sizler günah işlemeseydiniz, Allah muhakkak ki
 sizleri giderirdi de, fertleri günah isleyip, mağfiret dileyecek ve
 Allah'ın kendilerine mağfiret edeceği bir kavim
 getirirdi" (Müslim, Tevbe, 2; Tirmiz, Cennet, 2; Daavat, 98; Ahmed
 b. Hanbel, I, 289, II, 309). 
 d- Şeytan yaratılmamış
 olsaydı, Allah'a ibadet ve itaattan söz etmek mümkün olmazdı.
 Zira belli fıillerin ibadet, taat, hayır ve hasen oluşu
 ancak zıdlarının varlığı ile bilinebilir ki,
 insanlara şer ve çirkin fiillerde yol gösteren şeytandır
 (Seyyid Sabık, a.g.e., s. 155-156; A. Saim Kılavuz,
 Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelam'a Giriş,
 İstanbul 1987, s. 196). 
 Ahmet GÜÇ 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.