Arazi 
Arazi  
 Arzlar, yerler, topraklar. 
 İslam'ın çıkışından bu
 yana, değişik dönemlerde araziler için farklı uygulamalar
 görülmüş ve bunlar hukukî statülerine göre çeşitli
 isimler almıştır. Mülk, mîrî, haraç, öşür, vakıf,
 metrûk, mevat (ölü) arazi bunlar arasındadır. Yine mîrî
 arazinin kullanım şekillerinden olan tımar, zeamet ve has
 daha sonraki devirlerin arazi çeşitlerindendir. İslam'da arazi
 uygulamasının menşe ve delillerine göz attıktan sonra
 bu arazi çeşitlerini açıklayacağız. Bir belde
 arazilerinin statüsü, başlangıçta fethedilme şekline göre
 belirlenir. 
 Kendileriyle savaş yapılan düşman
 İslam'ı kabul ederse mallarını ve canlarını
 korumuş olur. Savaş yapılmaksızın müslüman olan
 toplumlar hakkında da hüküm böyledir. Hadis-i Şeriflerde
 şöyle buyurulur: "Bir kavim, bir topluluk müslüman oldukları
 zaman canlarını ve mallarını korumuş olurlar.
 " "Bir mala sahip olan kimse müslüman olduktan sonra da onun
 malikidir." (Ebû Ubeyd, Kitabü'l Emval, Kahire 1968, s. 397; Ebû
 Davud, Babu İktaı'l-Ardıyn, III, 234, No: 1067). Bu hüküm
 menkul ve gayri menkul bütün mallar hakkında geçerlidir. İmam
 Ebû Yusuf bu çeşit toprakların, İslam'a giren Medineli
 müslümanların toprakları gibi öşür arazisi olacağı
 kanaatindedir. (Kitabü'l-Harac, s. 74, 75) 
 Düşman, İslam'a girmeyip de toprakları
 sulh yoluyla fethedilmişse, anlaşma şartlarına uyulur.
 Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: "İleride
 siz bir toplulukla savaşacaksınız,
 savaştığınız bu kimseler, bazı durumlarda
 mallarını kalkan yapmak suretiyle canlarını ve
 ailelerini koruyacaklar ve sizinle sulh anlaşması
 yapacaklardır. Bu takdirde onlardan, yaptığınız
 anlaşma hükümleri dışında birşey istemeyiniz,
 almayınız. Çünkü; bu sizin için helal olmaz" (Ebû
 Davud, ibn Mace, Ebû Uheyd, a.g.e., s. 210). Bu şekilde. gayri müslim
 maliklerinin elinde kalacak olan araziler "Harac arazisi" olur.
 Hz. Peygamber Necran, Eyle, Ezriat, Hecer ve diğer yerler
 halkından anlaşma yaptığı kabileleri mülklerinde
 serbest bırakmış, sadece bunlarla yapılan
 anlaşmada kararlaştırılan cizye ve harac vergisini
 almakla yetinmiştir. Hz. Ömer devrinde. Necran halkı, Irak ve
 Suriye'ye nakledilirken, bunların herbirine Necran'da sahip
 oldukları arazi ve meskenlerin yerine, buradan boş araziler
 verilmesi ve kendilerine kolaylık gösterilmesi valilerden istenmiştir
 (Kitabü'lEmval, s. 274; Kitabü'l-Harac, s. 75). 
 Düşman toprakları zorla fethedilmişse,
 İslam devlet başkanı bu topraklar ile ilgili olarak üç
 çeşit yetkiye sahiptir: 
 a) Topraklar eski sahiplerinin ellerinde
 bırakılır ve halk İslam'a girince bunlar öşür
 arazisi olur. Hz. Peygamber'in Mekke arazileri için uygulaması bu
 yolda olmuştur. 
 b) Bu araziler ganimet sayılarak, beşte dördü
 gazilere, beşte biri beytü'l male* bırakılır. (el-Enfal,
 8/41) Böylece bu topraklar onların mülkü ve öşür arazisi
 olur. Hz. Peygamber zorla fethedilen Hayber arazisini eski sahiplerinin
 ellerinde bırakmamış, beşte dördünü bu gazveye katılan
 gazilere, beşte birini ise beytü'l-mal'e tahsis etmiştir. 
 c) Hz. Ömer'in ilk olarak Suriye ve Irak toprakları
 için tuttuğu yol, daha sonra fethedilen ülkelerin toprakları
 hakkında uygulanan genel kaide olmuştur. Irak, Suriye ve
 Mısır toprakları fethedilince Zübeyr, Abdurrahman b. Avf
 ve Bilal ile aynı görüşü paylaşan bir grup sahabi, bu
 toprakların ganimet olarak kabulü ile Resulullah (s.a.s)'ın
 Hayber topraklarını dağıttığı gibi
 dağıtılmasını istediler. Halife Hz. Ömer bu
 teklifi kabul etmedi. Muaz b. Cebel ve Hz. Ali gibi sahabe büyükleri de
 Hz. Ömer'i destekledi . 
 Hz. Muaz şöyle diyordu "Müminlerin emiri!
 Bu toprakları gazilere dağıtırsan hoşa gitmeyen
 şeyler ortaya çıkar. Toprakların büyük kısmı müslümanların
 eline geçer. Sonra, bu toprak sahipleri zamanla ortadan kalkar ve büyük
 topraklar bir kişinin elinde toplanır. Onun için bu topraklara
 şimdiki müslümanların da, sonra gelecek olanların da
 faydalanmasını sağlayacak bir statü ver." Hz. Ali de
 şöyle diyordu: "Bu toprakların sahiplerini
 topraklarında bırak ki, müslümanlara yardımcı
 olsunlar." (Kitabü'l-Emval, s. 83-85, No: 152-153) Hz. Ömer de,
 "Bu toprakları dağıtırsam sizden sonra gelecek müslümanlara
 ne kalır? Sonra, taksim edersem sular yüzünden aranızın
 bozulmasından da korkarım" demiştir (Kitabü'l-Emval,
 s. 85). Müzakereler sonucunda Ensar'ın ileri gelenlerinden on
 kişi şûra için çağrıldı. Şûra, Hz.
 Ömer'i dinledikten ve işi müzakere ettikten sonra, Hz. Ömer'in
 ictihadına uydu. Yani bu bölgelerin arazileri, gayr-i müslim olan
 eski maliklerinin elinde bırakıldı. Kendilerine arazileri için
 haraç vergisi, şahısları için de cizye bağlandı.
 Böylece bu topraklar haraç arazisi statüsüne girdi (M. el-Hudarî,
 Tarihu't-Tesrîi'l-İslamî;, Mısır 1964, s. 124-126) Hz.
 Ömer'in bu uygulamasıyla arazilerin geliri müslümanlar için
 harcanacak şekilde bir statüye kavuşturuldu. İslam devlet
 başkanı artık bu nitelikteki toprakları zımmîlerin
 elinden geri alamaz, kendilerine haracın dışında
 topraktan dolayı güçlerinin yetmeyeceği bir mükellefiyet
 yükleyemez (Kitabü'l-Harac, s. 75). 
 Osmanlılarda araziler, İslam'ın ilk
 yıllarındaki bu uygulamaların
 ışığında: Mülk, mîrî, vakıf, metrûk ve
 mevat (ölü) kısımlarına ayrılmış
 ayrıca mîri arazi üzerinde has, tımar ve zeamet uygulamaları
 olmuştur. Şimdi bunları kısaca açıklayalım: 
 a) Mülk arazi (arazi-i memlûke): Bu kısım
 araziler feraiz hükümlerine tabidir. Şu araziler bu kabildendir: 
 Kõy ve kasaba içlerinde bulunan arsalarla, köy ve
 kasabaların kenarlarında bulunup da meskenlerin mütemmimi sayılan
 en çok yarım dönüm yerler. 
 Mîrî araziden ifraz edilerek, şer'i müsaadeye
 mebnî, mülk olarak tasarruf olunmak üzere temlik edilen araziler . 
 Öşür arazisi: fetih sırasında,
 gazilere ganîmet olarak dağıtılıp temlik olunan
 arazilerdir. 
 Haraç arazisi: fetih sırasında gayri müslim
 olan yerlilerin ellerinde bırakılan arazilerdir (Bilmen,
 Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, V, 389; H. 1274 Tarihli
 Arazi Kanunu, madde 2). 
 b) Mîrî arazi: Kuru mülkiyeti (rakabesi)
 beytülmale ait olup, ihale ve tefvîzi devlet tarafından yürütülen
 tarla, çayır, yayla, kışlak ve korularla, bağ, bahçe,
 değirmen, ağıl, çiftlik ve mandıra zeminleri gibi
 yerlerdir. Bu çeşit araziye arz-ı memleket de denir.
 Bunların ortaya çıkışı şöyle olur: Bir
 ülke müslümanlar tarafından fethedilince arazileri kimseye
 verilmeyip beytü'l-mal için alıkonulan veya fetih zamanında
 ne şekilde işlem yapıldığı bilinmeyen, yahut
 mülk araziden yani öşür ve haraç arazisi iken maliklerinin
 mirasçı bırakmaksızın ölümüyle devlete geçen ve
 yine mülk arazi iken zamanın geçmesiyle malikleri meçhul kalan,
 yahut rakabe (kuru mülkiyeti) ve mülkiyeti devlette kalmak üzere ihya
 olunan araziler miri arazidir. Yine tımar ve zeamet sahiplerinin ve
 bir aralık mültezim ve muhassılların izin ve tefviziyle
 tasarruf olunurken, tımar ve zeametlerin hicri 1255 tarihinde lağvedilmesi
 üzerine devlet tarafından, bu iş için yetkili kılınan
 kimselerin izin ve tefvizleriyle tasarruf olunup,
 mutasarrıflarının ellerine tapu senedi verilen araziler de
 bu statüye bağlıdır. Bu çeşit arazilerin varislere
 intikali devletin çıkaracağı arazi kanunlarına göre
 olur (Bilmen, a.g.e., V, 389; A.H. Berkî;, Miras ve Tatbikat,
 İstanbul 1947, s. 107; Ali Şafak, İslam Arazi Hukuku,
 İstanbul 1977) 
 c) Vakıf arazisi: İslam'da gayri menkuller,
 geliri İslam'a uygun bir amaç için sarfedilmek üzere
 vakfedilebilir. İki kısma ayrılır: Sahih ve gayr-i
 sahih vakıf. Birincisi önce mülk arazi iken. İslam hukuku
 esaslarına uygun olarak vakfedilen arazidir. Bu çeşit
 vakfın rakabe ve diğer bütün tasarruf hakları, vakfedenin
 koyduğu şartlara göre kullanılır. Gayr-i sahih
 vakıf ise önce mirî arazi iken ifraz sûretiyle bizzat devlet başkanı
 veya onun yetkili kıldığı kimseler tarafından
 vakfedilmiş arazidir. Bunlara, "irsad ve tahsisat kabilinden
 vakıf" da denilir. 
 d) Metrûk (terkedilmiş) arazi: Bu arazi türü de
 iki kısımdır. Birincisi, herkesin yararlanması için
 terkedilen yerler. Umuma açık meralar, yaylak ve kışlaklar
 gibi. İkincisi bir köy, kasaba veya komşu köy ve kasabaların
 halkına terk ve tahsis edilen yerler, yollar, pazarlar, panayır
 ve namazgahlar gibi. Bunlara amme hukuku taalluk ettiğinden
 şahıslara intikal etmezler. Bu gibi yerlerde ne feraiz ve ne de
 intikal kanunları uygulanmaz. 
 e) Mevat (ölü) arazi: Hiç kimsenin mülk ve
 tasarrufunda bulunmayan, hiç kimseye tahsis edilmemiş olan, kendi haline
 terkedilmiş ve bir şehrin en son banliyösündeki evden yüksek
 sesli bir kimsenin sesinin bağırmasıyla sesinin
 işitilemediği noktadan itibaren başlayan arazilerdir. Bu
 mesafe genellikle bir insanın normal bir yürüyüşü ile
 şehirden yarım saat sonra başlayan noktadır. Bu
 noktadan sonraki yerler de mevat arazî olarak kabul edilmiştir. Bu
 arazîleri mulk edinebilmek için dört şart gerekir: 
 1-Arazî hiç kimsenin mülkiyetinde olmamalı, 
 2-Arazî bir köy veya kasabanın
 meralığı veya baltalığı olmamalı, 
 3-Arazî tamamen boş yani hiç işlenmemiş
 olmalı, 
 4-Arazî şehirden uzak olmalıdır. Bu
 uzaklık miktarı da yukarıdaki tarifte açıklandığı
 gibidir. 
 Şer'i müsaadeye dayanılarak bir kimseye
 temlik edilen ölü arazi hakkında, İslam miras hukuku
 hükümleri uygulanır. Bir kimse böyle bir araziyi ihya edip
 mülkiyetine geçirmiş, hakkında İslam'ın genel arazi
 kanunu hükümleri geçerlidir. 
 Hamdi DÖNDÜREN 
 1274 Hicrî; Tarihli Arazi Kanunu 103'ncü madde 
 "Tapu ile kimsenin tasarrufunda olmayan, eskiden
 beri köy ve kasabalar halkına tahsis kılınmayan ve
 yerleşme merkezinin en kenar yerinden (aksa-yı umran), yüksek
 sesli bir kimsenin, sesi işitilmeyecek derecede kõy ve kasabalara
 uzak bulunan kûhi, taşlık, kıraç, pınarlık ve
 otlak gibi hali yerler ölü arazi olup, bu gibi yerlerden birini
 zarureti olan kimse, rakabesi beytü'l-mal'e ait olmak üzere, meccanen,
 yetkili memurun izniyle yeniden yer açıp tarla edinebilir.
 Diğer ekilip biçilen araziler hakkında şer'i olan kanun hükümleri
 bu gibi yerlerde de caridir." 
 Yukarıdaki arazi çeşitlerinden öşür
 ve haraç arazileri, sahiplerinin mülkü olup; bunlarda tasarruf,
 tevarüs, intikal ve diğer hükümler fıkıh
 kitaplarına göre cereyan eder. Miras konusunda feraiz hükümleri
 uygulanır. Ayrıca bir arazi kanunu çıkarılmasına
 ihtiyaç görülmez. Fakat rakabesi (kuru mülkiyeti) beytü'l-mal'de alıkonulan
 mîrî arazinin tasarrufu ve intikal durumu ile diğer hükümleri,
 beytü'l-mal için görülecek menfaat ve maslahata göre devlet başkanı
 tarafından tanzim edilmesi gerektiğinden, bu çeşit
 araziler hakkında uygulanmak üzere zaman zaman arazi kanunları
 çıkartılmıştır. İlk arazi kanunu 761 Hicrî
 tarihinde Osmanlı hükümdarı 1. Murat davendigar tarafından
 çıkarılmış, bunu diğer arazi mevzuatı
 izlemiştir. Nihayet 1331/1913 tarihli Arazi İntikal Kararnamesi
 yürürlükte iken bütün diğer İslamî kanunlar ve hükümler
 gibi geçersiz kılınıp Cumhuriyet dönemine geçilmiştir. 
 1913 Tarihli Arazi İntikal 
 Kararnamesi: 
 Sultan Reşat tarafından çıkarılan
 bu kanunla, farklı intikal kanunlarına bağlı bulunan mîrî
 ve mevkûf arazilerin intikal hükümleri birleştirilmiş,
 intikal sınırı daha da genişletilmiş, zevi'l-erham
 * denilen hısımlar da intikal ashabı arasına
 girmiştir. Bu kanun, 1926 tarihinde Türk Medeni Kanunu yürürlüğe
 girinceye kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra da, Türk Medeni
 Kanunu'ndan önce doğan haklar bakımından yürürlüğünü
 korumaya devam etmiştir. Arazi intikal kararnamesi 12 madde olup,
 şöyledir: 
 1) "Bir kimse vefat edince, uhdesinde bulunan
 mîrî ve mevkuf (vakfedilmiş) arazi, aşağıda
 zikredilecek dereceler üzere bir veya daha fazla şahıslara
 intikal eder ve bunlara (ashab-ı intikal) denir." 
 2) "Ashab-ı intikalin birinci derecesi müteveffanın
 fürûu yani çocukları ve torunlarıdır. Bu derecede
 intikal hakkı, evvel emirde çocuklara ve ondan sonra onlara halef
 olmak üzere ahfada yani torunlara ve çocukların torunlarına
 aittir. Binaenaleyh müteveffanın vefatı sırasında
 hayatta bulunan her fürüu, kendi vasıtasiyle müteveffaya bağlanan
 fer'ileri intikal hakkından düşürür. Müteveffadan önce
 vefat etmiş olan fer'in fürûu kendi makamına kaim olurlar.
 Yani ona intikal edecek hisseyi alırlar. 
 Müteveffanın müteaddid çocukları olup da
 hepsi daha önceden vefat etmiş bulunursa, herbirinin hissesi kendi
 vasıtasiyle müteveffaya bağlanan fürûa intikal eder.
 Çocuklardan bazısı fer'i bırakmaksızın vefat
 ettiği takdirde intikal hakkı münhasıran diğer
 çocuklara veya onların fürûuna kalır. Batınlar taaddüd
 ettikçe hep bu ûsül üzere muamele olunur. Çocukların ve
 torunların erkeği ve kızı, intikal hakkında müsavidir." 
 3) "İntikal ashabının ikinci
 derecesi, müteveffanın ana-babası ile onların fürûudur. 
 Ana-babanın ikisi de hayatta ise eşit olarak
 intikal hakkına nail olurlar. Bunlardan birisi, daha önceden vefat
 etmiş bulunursa, onun fürüu birinci derecede yazılı olan
 hükümlere uygun olarak, derecelerine göre makamına kaim olurlar.
 Fürûu bulunmadığı takdirde hayatta bulunan baba veya ana
 münhasıran intikal hakkına nail olur. 
 Ana-babanın ikisi de daha önceden vefat etmiş
 bulunursa, babanın hissesi kendi fürûuna ve annenin hissesi de
 kendi fürûuna dereceleri üzere intikal eder. Şayet birinin fürûu
 yoksa, onun hissesi de diğerinin fürûuna kalır." 
 4) "Ashab-ı intikalin üçüncü derecesi,
 müteveffanın büyük anne ve büyük babalarıyla,
 bunların fürûudur. 
 Ana ve baba tarafından, büyük ana ve büyük
 babalar hayatta iseler müsavat üzere intikal hakkına nail olurlar. 
 Bunlardan birisi evvelce vefat etmiş bulunursa fürûu
 derecelerine göre onun makamına kaim olur. Fürûu yoksa ona isabet
 edecek hisse, hayatta bulunup onun kan veya kocası olan büyük ana
 veya büyük babaya intikal eder. Bu da hayatta değilse onun fürûuna
 intikal eder. 
 Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve
 büyük batalar hayatta olmadıkları gibi fürûuları dahi
 mevcut değilse, diğer cihetteki büyük ana ve büyük babalar
 veya fürûuları münhasıran intikal hakkına nail olurlar. 
 Bu madde gereğince, ana-baba veya büyük ana ve
 büyük babalara halef olan fer'iler, birinci derecenin intikalinde
 belirtilen hükümlere tabi olurlar. " 
 5) "Birinci, ikinci ve üçüncü derecedeki
 fürûudan hangisi müteaddid cihetlerden intikal hakkına nail olursa
 cümlesini alır." 
 6) "Yukarıdaki maddelerde zikredilen
 derecelerden mukaddemi mevcut iken muahharı intikal hakkına nail
 olamaz. 
 Şu kadar ki: Müteveffanın çocukları
 ve torunları olduğu halde anası ve babası veya
 bunlardan birisi mevcut ise altıda bir hisse bunlara intikal eder.
 " 
 7) "Müteveffanın kan ve kocası birinci
 derecedeki hakk-ı intikal ashabiyle birlikte bulununca 1/4 hisseye ve
 ikinci derecedeki hakk-ı intikal ashabiyle veya büyük ana ve
 büyük baba ile birlikte bulununca 1/2 hisseye nail olur. 
 Eğer dördüncü madde gereğince büyük ona
 ve büyük baba ile beraber onların fürûu da intikal hakkına
 nail olmak icap ediyorsa işbu fürûua isabet edecek hisseyi de karı
 veya koca alır. 
 Birinci ve ikinci derecedeki ashab-ı intikalden
 veya büyük ana ve büyük babadan hiçbiri bulunmazsa karı veya
 koca münhasıran intikal hakkına nail olur." 
 8) "Yukarıda geçen maddelerin hükümleri,
 icareteyn ve icare-i vahîde-i kadîmeli müsakkafat ve müstegallatı
 vakfiyye ile mukataa-i kadîmeli müstegallat hakkında dahi caridir." 
 9) İntikal sınırlarının
 yukarıda geçen maddeler mûcibince genişlemesinden dolayı
 müsakkafat ve müstegallatı vakfiyenin icarat-ı haliyye ve
 mukataat-ı kadîmeleriyle mevkûf arazinin öşür bedeli
 mukataaları vergi kıymetlerine nisbetle binde yüz paradan az
 ise, o miktara iblağ olunacaktır. 
 Mevkûf arazi için, yeniden tahsis olunacak mukataalar
 da bu nisbette uygulanacaktır. Bundan başka yukarıda geçen
 usûle uygun olarak intikal haddi genişletilmemiş olan müsakkafat
 ve müstegallatı vakfiyye için vergi kıymetleri üzerinden
 binde otuz kuruş hesabiyle ifası lazım gelen resmî tevsî
 altmış yıla taksim olunarak yıllık binde
 yarım hesabiyle ifa kılınacaktır. " 
 10) "Vakfedenin şartı gereğince
 intikal hudutları daha geniş olan vakıflarda kemakan
 şarta riayet olunacak ve icarat-ı muhassasa haliyle ibka
 edilecektir. " 
 II) "İşbu kanun neşri tarihinden
 itibaren mer'î olacaktır. " 
 12) "İşbu kanun hükümlerinin icrasına
 maliye ve vakıflar nezaretleri memurdur. " 
 Mîrî ve vakıf arazi ile ilgili bu intikal
 kanunlarında dereceleri gösterilen intikal hakkı sahiplerinden
 hiçbiri bulunmazsa gayri menkul hazineye döner (mahlûl olur) ve diğer
 mirasçılara intikal etmez. Artık hazine bunu
 başkasına usulüne göre yeniden verebilir. 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.