Alıs-verıs 
Alıs-verıs  
 Değeri olan bir malı yine değeri olan
 başka bir mal veya para karşılığında
 değiştirme. Alış-veriş tarafların
 karşılıklı onayı ile yani icab ve kabûl ile
 gerçekleşir. İki taraftan biri malı, diğeri
 karşılığı olan para veya kıymet
 taşıyan başka bir malı ele geçirmeleri netîcesinde
 satışın gerçekleştiği söylenebilir . 
 İnsanlar dünya hayatlarında geçimlerini sağlamaları
 için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübadelesinde
 bulunmak zorundadırlar, buna da 'rızık temini' denilir. 
 Cenab-ı Hakk, "Yeryüzünü size boyun eğdiren
 (ondan yararlanmanız için size itaat ettiren) Allah Teala'dır.
 O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında
 tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah'ın size
 verdiği rızıklardan yararlanın." (el-Mülk,
 67/15). buyurmuştur. Yeryüzünde dolaşmaktan maksat insanlara
 faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını
 sağlamak ve bunun için araştırma yapmaktır. Cenab-ı
 Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama yeri
 kılmıştır. Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'tan rivayet
 edilen bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
 "Rızık sağlamak gayesiyle çalışmak her müslüman
 üzerine farzdır. " Buna göre müslümanlar helal ve haramlara
 dikkat ederek kendilerinin ve aile ferdlerinin rızıklarını
 sağlamak zorundadırlar. Ancak bu rızkı sağlamak için
 çalışıldığında mutlaka Allah'ın
 rızası ve O'nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir.
 Hz. Ebû Bekr'in: "Haram ile beslenen bir vücûda ancak Cehennem ateşi
 yakışır." sözü müslümanın rızık
 temini ve alış-veriş anlayışını en güzel
 bir şekilde belirtmektedir. Ashabın helal alışveriş
 yapmak ve haramlardan uzak durmak için şüpheli olan hususları
 bile terk ettiklerini biliyoruz. Ticaretle uğraşan bir müslümanın,
 İslam'ın alışverişe dair koyduğu bütün
 hükümleri ana hatlarıyla bilmesi gerekir. Günlük hayatta yapılan
 alış-verişleri Allah'ın razı olacağı
 bir usûlde yürütebilmek için de bu hükümleri asgarî ölçüde
 bilmek her müslüman için farzdır. 
 İslam fıkhına göre bir müslümanın
 kendisinin ve ailesinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını
 ödemeye yetecek kadar para kazanması 'farz'dır. Bunun
 dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını
 karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da 'müstehap'tır.
 Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak
 'mübah'tır. Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî
 hırsa kapılarak başkasının servetiyle
 yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık
 ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helal yolla
 dahi olsa 'haram'dır. Buna karşılık, küfre karşı
 verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah
 yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para
 kazanmak da güzel bir ibadettir. Bu gaye için çalışıp
 para kazanan kişi sürekli ibadet halinde sayılır. 
 Aynı şekilde İslam, çalışıp
 kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır.
 Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a yemin
 ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ
 odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla
 ailesinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden
 istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım
 istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin, yahut vermez zilletini
 çekersin. " (Buharî Musakat, 13, Zekat, 50, Buyû', 15;
 İbn Mace, Zekat, 25; İbn Hanbel, I, 167)". Buna göre,
 çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir. 
 İslam'da rızık temin etmenin en
 faziletli yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir. Sonra ziraat ve
 sonra da zanaattır. Bütün bu rızık temin etme
 yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır. 
 Gerçekte insanın ihtiyacını gideren
 eşya, tarım veya sanayi ürünüdür. Bundan dolayı
 bazı ekonomik sistemler, insanların, tarım ve sanayi
 dışındaki yollarla kazanç temîn etmesini kabul etmezler.
 Fakat, bir malın üretilmiş olması, ihtiyaçların
 giderilmesi için yeterli değildir. İhtiyaç, ancak üretilen eşyanın,
 muhtaç olanlara ulaştırılmasıyla giderilir. Çiftçi
 veya sanayicinin ürettiği malı, ihtiyacı olanlara
 ulaştırabilmesi ise mümkün değildir. Türkiye
 şartlarında düşünecek olursak, bir fabrikanın
 ürettiği malları tüketicisine ulaştırabilmesi için
 birçok yerde şube açması ve bunlarla
 dağıtımını yapması gerekir. Diğer
 taraftan tüketicilerin, ihtiyaç duydukları eşyayı elde
 edebilmeleri için doğrudan üretici ile ilişki kurmaları
 da imkansızdır. Öyleyse, eşya ile tüketici arasında
 köprü olacak, bunları birbirine ulaştırarak, yukarda
 zikredilen mahzûrları ortadan kaldıracak fakat
 yaptığı bu hizmet için belirli bir kar elde edebilecek
 bir hizmet sektörüne ihtiyaç vardır. İşte bu da, 'Ticaret
 Sektörü'dür. 
 İnsanlara hizmet anlayışıyla
 yapılan bu manadaki ticareti İslam meşru ve makbûl saymıştır.
 Ticaret hakkında Allah'u Teala şöyle buyurur; 
 "Allah, ticareti helal, ribayı da haram
 kıldı." (Bakara, 2/275) 
 "Güvenilir, doğru ve müslüman tacir, kıyamet
 günü şehidlerle beraberdir."(İbn-i Mace, Ticarat, 1).
 Hadîs-i Şerîfi de dürüst ticaretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını
 belirtmektedir. 
 İslam'a göre ticaret; değerli olan bir
 malı, değerli olan bir diğer mal veya para
 karşılığında değiştirmektir. Dinimizin
 ticarette gözettiği gaye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak
 değil, insanlara, ihtiyaçları olan faydalı
 eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal,
 meşru bir kazanç sağlamaktır. Meşru bir ticarette
 şu özellikler bulunmalıdır: 
 1) Alan ve satanın rızası, 
 2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük, 
 3) Ticaretin, taraflardan birine veya başkalarına
 zarar vermemesi. 
 Doğu kültürünü yansıtan bir
 alışveriş anı. 
 Ticarette bulunması gereken bu vasıfları
 Kur'an şöyle zikreder; "Ey îman edenler! birbirinizin mallarını
 haksızlıkla değil, karşılıklı rıza
 ile yapılan ticaretle yeyin, (haram ile) nefsinizi mahvetmeyin. Allah
 şüphesiz size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek
 haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu,
 Allah'a kolaydır. " (en-Nisa, 4/29-30). 
 Alış-verişin rüknü: Diğer
 akitlerde olduğu gibi icab ve kabuldür. İcab ve kabul, sözle
 yazı ile ve işaretle olur. İcab ve kabulde kullanılan
 ifadelerin kesinlik taşıması gerekir;
 satıcının bu malı sana sattım, verdim;
 alıcının da aldım, kabul ettim demesi gibi.
 Satıcının bu sözlerine îcab, alıcının sözüne
 de kabul denir. 
 Alış-verişlerde satış akdinin
 yazı ile tesbiti iyidir. Anlaşmazlık anında elde
 vesika olur. İcab ve kabul olunca alış-veriş
 kesinleşir tek taraflı cayma hakkı yoktur. Ancak
 alıcı veya satıcı pazarlık devam ederken
 alış-verişten cayabilirler. Alış-veriş, kabz
 yani malı teslim alma ile tamam olur. Böylece alıcı, mala;
 satıcı da paraya sahip olur. 
 Alış-verişler hüküm yönünden; sahih,
 fasit ve batıl nevilerine ayrılır. 
 1-Sahîh alış-verişler: Aslen ve vasfen
 (maddesi ve niteliği) dine uygun olan şeylerin
 alış-verişi sahîhtir. Mesela: Kullanılması dînen
 caiz olan bir malın şartlarına göre satılması
 gibi. 
 2-Fasit alış-verişler: Satılan
 malın vasfı (niteliği) dîne uygun değilse, bu tür
 satış fasittir. Mesela, sürüden bir koyun diyerek, meçhûl
 bir koyunu satmak gibi. Aslında koyunun satışı caizdir.
 Fakat yukarıdaki satışta satılan koyunun nasıl
 bir koyun olduğu (niteliği) bilinmediğinden
 alış-veriş fasit olmaktadır. 
 3-Batıl alış-verişler: Satılan
 malın aslında İslam'a aykırı bir durumu varsa böyle
 malların satışı batıldır.
 Kullanılması veya yenilip içilmesi haram olan bir şeyin
 satılması, Mesela içki, domuz vs. gibi mal ve eşyanın
 satışı İslam'da yasak bir alış-veriş türüdür. 
 Bedelleri açısından
 alış-veriş şekilleri 
 1-Bey': Malı para
 karşılığında satmaya bey' denir.
 Alış-verişlerin büyük bir kısmı bu şekilde
 yapılmaktadır. 
 2-Sarf*: Paranın para ile değiştirilmesi
 olayına sarf denir. 
 3-Mubadele: Malı mal ile değiştirme
 işlemine denir. Halk arasında buna trampa ve takas* gibi isimler
 verilmektedir . 
 4-Selem*: Para peşin, mal veresiye yapılan
 ticarete selem denir. Bu tür satışlara halk arasında 'alevra
 satış' da denir. Bilhassa çiftçi ve sanayicilerin başvurduğu
 bir satış şekli olan selemin caiz olması için bazı
 şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını-elde
 etmeden önce satmak ister. İslam dini, satıcının
 darlığından istifade ederek alıcının,
 malı ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin malını
 değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla
 bu tip satışları caiz görmüştür. Peygamberimiz,
 Medine'ye geldiğinde, Medinelilerin mahsûllerini bir iki sene
 önceden Yahudilere sattıklarını görür. Bunun üzerine
 şöyle der: "Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli
 ölçüde, belirli tartıda ve belirli bir vakte kadar olmak
 şartıyla satsın. " (Müslim, Müsakat, 25). 
 Selem, var olmayan (madûm) bir malın
 satışı olduğundan, caiz olmaması gerekirken,
 ihtiyaç ve zarûret sebebiyle caiz görülmüştür. Bunda her iki
 tarafın da karı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal
 alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını
 giderir. Mesela bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse,
 belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği
 -vasıfları belli olan malları satar; alacağı para
 ile üretimini yapar. Böylece sanayicinin tezgahı çalışır,
 üretim devam eder, alıcı da normal zamana nisbetle biraz daha
 ucuz mal almış olur. 
 Bu imkan üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten
 de korur. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz
 bir ihtiyaç vardır. 
 Fiyatlarda aşırı bir düşüklük
 olursa böyle alış-verişler caiz değildir. Selemin sahîh
 olması için şu şartların bulunması gerekir: 
 a-Malın vasıflarının belli
 olması cinsi, nev'i, niteliğinin önceden belirlenmesi. 
 b-Miktarının belirlenmiş olması. Kaç
 kilo, kaç metre, kaç ölçek vs. olacağının bilinmesi. 
 c-Vadenin belirlenmesi. Selem yoluyla satılan
 malın ne zaman teslim edileceği belirtilmelidir. Belirtilen
 vakitte malın teslim imkanı olmayacaksa veya olmazsa selem batıl
 olur. Mesela: Nisan ayında buğday teslimi imkansızdır.
 Nisan ayında buğday teslim etmek üzere bir çiftçinin önceden
 selem tarzında satış yapması caiz değildir. 
 d-Mal karşılığında alınan
 paranın miktarını belirlemek ve parayı peşinen
 almak. Fiyatta aşırı derecede ucuzluk
 olmamalıdır. 
 5-Veresiye satışlar*: Satılan malın
 bedeli peşin alınabileceği gibi, belirli bir süre sonra da
 alınabilir. Bu tür alış-verişlerde malın
 karşılığının (bedel) para gibi başka
 bir cinsten olması gerekir. Aynı cins malların (mesela altınla
 altının...) veresiye satışı caiz değildir. 
 Alış-veriş çeşitlerinden bir
 diğeri de Bey' bi'l-vefa'dır. Vefa yoluyla satım akdi
 yapmak demektir. Bir terim olarak ise, bir malı, satış
 bedelini iade edince geri almak üzere bir kimseye bir para veya borç karşılığında
 geçici olarak satmak anlamına gelir. Satıcı semeni geri
 verince veya borcunu ödeyince, alıcı satın almış
 olduğu şeyi geri verir. Böyle bir akit, alıcının
 maldan yararlanabilmesi dikkate alınırsa sahih satım akdi;
 tarafların akdi fesh edebilme yetkilerine bakınca da fasid satım
 akdi niteliğindedir. Alıcı, vefa yoluyla satın
 aldığı malı başkasına satamayacağı
 cihetle de bu, rehin* hükmündedir ve bu rehin olma özelliği
 üstündür. Fakîhlerin çoğu, bey' bi'l-vefa şeklindeki
 satım akdini caiz görmüşlerdir. (Bilmen, Istılahat-ı
 Fıkhiyye Kamusu VI, 126-127). 
 Bu muamele faizden kaçınmak ve borcu teminata
 bağlamak amacıyla örfleşen bir satış
 şeklidir. Burada, satıcı ileriki bir tarihte
 satış bedelini geri vermeyi veya daha önceden kalma borcunu
 ödemeyi, alıcı da buna karşılık malı iade
 etmeyi taahhüt ettiği için akit bu adı
 almıştır. Buna "bey'u'l-muamele" denildiği
 gibi, Mısır'da "bey'u'l-emane" adı da
 verilmiştir . 
 Mîladî XV. yüzyıl başlarında
 yaşayan Şeyh Bedruddin Mahmûd (ö. 823/1420) bey' bi'l-vefa
 tarzındaki satışın başlangıcı
 hakkında şöyle der: "Zamanımızda ribadan
 korunmak için, bey'bi-l-vefa şeklindeki satış örf haline
 gelmiştir. Bu, gerçekte bir rehin muamelesi olup alıcı
 mebia malik olamaz ve malikin izni olmadıkça gelirinden de
 yararlanamaz (Ali Efendi, Fetava, c. I. s. 300) 
 Vefa yoluyla satışta, taraflar tek yanlı
 irade beyaniyle dilediği zaman akdi feshedebilir. Alıcı,
 akit süresince mala malik olamaz. Satıcı her an
 satış bedelini iade edip malı geri isteyebilir.
 Alıcı da malı geri verip, parayı talep edebilir,
 tarafların sözleşmede belirlenen süreye uymaları da
 gerekmez. Satışa konu olan mal, rehin hükmünde olduğu için,
 ne satıcı ve ne de alıcı diğerinin izni
 olmadıkça malı başkasına satamaz. Bu hak
 tarafların mirasçılarına da intikal eder. Ancak
 taraflardan birisi, diğerinin izniyle satış yapabilir. 
 Rehin edenin izni bulununca, rehin bırakılan
 şeyden, rehin alanın yararlanması mümkün ve caizdir.
 Vefa yoluyla satış da rehin niteliğinde olduğu için
 alıcının bundan yararlanması mümkündür. Mecelleyi
 şerh eden Ali Haydar Efendi bu konuda şöyle der:
 "Mebî'in, yani vefaen satılan bir gayri menkûlün
 menfaatlerinden bir bölümü alıcıya ait olmak üzere şart
 kılınsa, bu şarta riayet olunur. Çünkü Mecelle'nin
 seksenüçüncü maddesinde: "İmkan ölçüsünde, şer'-i
 şerife uygun bulunan şarta uymak gerekir" hükmü yer alır.
 Mesela, vefaen satılan bir bağın üzümü, satıcı
 ile alıcı arasında yarı yarıya
 paylaşılmak üzere, karşılıklı rıza ile
 mukavele olunsa, bu mukaveleye göre amel edilmesi gerekir. Ancak
 zikredilen menfaatlerin alıcıya ait olması şart
 kılınmadığı halde, alıcı o menfaatleri
 izinsiz olarak istihlak etse tazmin etmesi gerekir. Çünkü vefaen satılan
 maldan meydana gelen mahsûle alıcı malik olamaz. Ancak satıcının
 mübah ve helal kılmasıyla istihlak etmişse,
 satıcı bunu alıcıya tazmin ettiremez. Mahsûl, alıcının
 haddi aşması veya kusûru bulunmaksızın telef olsa,
 tazmin gerekmez. Ancak telef olan miktar kadar borçtan düşülür.
 (Ali Haydar, Mecelle Şerhi, I, 664-667) 
 Borç para bulmaya veya bir borcu ertelemeye yönelik
 bu gibi çareler, Ebû Hanîfe ve İmam Şafiî'ye göre,
 yararlanma akit sırasında şart koşulmaması
 kaydıyla caizdir. 
 Kar açısının alış-veriş
 şekilleri 
 1-Müsaveme: Satıcının, malı
 alış fiyatını ve karın miktarını söylemeden
 satmasıdır. Serbest pazarlık suretiyle yapılan bir
 satıştır. Ekseriya satışlar böyledir. Daha önce
 de belirttiğimiz gibi bunda karın fahiş miktarda
 olmaması gerekir. 
 2-Murabaha: Satıcının, maliyet
 fiyatını, kar miktarını belirterek
 satmasıdır. Mesela: satıcının "bu
 malı, 1000 liraya aldım, 100 lira kar ederek 1100 liraya sana
 sattım." demesi gibi. Bunda satıcının yalan söylememesi
 gerekir. Bu tür bir alış-verişte satıcının
 yalanı anlaşıldığında, yalan söylenilen
 miktar müşteri tarafından geri istenebilir. 
 3-Tevliye: Maliyet fiyatına karsız
 satıştır, belirli bir karla veya karsız
 satışlarda müşteri, satıcının yalan söylediğini
 anlarsa-yukarıda kısmen değindiğimiz gibi-
 alış-verişi bozabilir. 
 4-Vazia: Maliyetten aşağısına,
 zararına satıştır. Günümüzde bilhassa mevsim sonlarında
 ve dükkan tasfiyelerinde başvurulan bir satış
 şeklidir. Satıcının beyan ettiği fiyatlarda
 yalancı olmaması gerekir. Eğer yalan meydana çıkarsa
 alıcı fazla miktarı satıcıdan talep edebilir. 
 Muhayyer alış-verişler: Alıcı
 veya satıcı, satışın gerçekleşmesini
 bazı şartlara bağlayabilirler. Böyle alışverişlere
 muhayyer satış denir. Muhayyerliği şart koşan,
 şartlar gerçekleşmeyince alış-verişi bozabilir.
 Peygamberimiz böyle alış-verişler hakkında şöyle
 buyurur: "Alıcı ve satıcı
 alış-veriş yaptıklarında, birbirlerinden
 ayrılıncaya kadar pazarlıktan dönmekte muhayyerdir, veya
 alış-verişleri muhayyerdir. Eğer
 alış-verişlerinde muhayyerlik varsa
 alış-veriş (muhayyerlik şartları ile) gerçekleşmiş
 olur." 
 (Müslim, Büyû, 10). Alıcı ve
 satıcı için üç gün muhayyerlik müddeti tanınmıştır.
 İmam-ı A'zama göre alışverişte muhayyerliği
 şart koşanlar üç gün içinde bu alış-verişten
 cayma hakkına sahiptirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra alış-verişten
 cayma hakkı kalmaz. 
 Satıcı muhayyerliği şart
 koşmuşsa satılan mal onun mülkiyetinde kalır. Üç
 gün içinde bu mal alıcının elinde helak olursa onu
 tazmin eder; yani bedelini satıcıya vermek zorundadır.
 Ancak alıcı muhayyerlik şartı ileri sürerse söz
 konusu mal satıcının mülkiyetinden çıkmıştır.
 Üç gün içinde alıcı vazgeçerse malı iade eder. Fakat
 bu üç gün içinde alıcının elindeki mal yok olursa
 satış bedeli alıcı tarafından mal sahibine
 ödenir. Bu duruma göre muhayyerliği şart koşan taraf bu müddet
 içinde alış-verişi bozabilir veya geçerli kılabilir
 . 
 Bir kimsenin, görmediği bir malı satın
 alması caizdir. Buna göre malı gördüğü zaman
 muhayyerlik hakkına sahip olur. Malı gördüğünde isterse
 kabullenir, isterse malı geri çevirir. Malın bedeli olarak
 önceden konuşulmuş olan fiyat geçerlidir. Alıcı bu
 fiyatı kabullenir. Malı görmeden aldığını
 ve razı olduğunu söylese bile, malı gördüğünde
 isterse geri verebilir. 
 Satıcı ise, kendisine ait olup da görmediği
 bir malı sattığında muhayyerlik hakkına sahip
 değildir. Yani sattıktan sonra malını görüp de pişman
 olursa bu satıştan dönemez. 
 Satılan malların tümünün görülmesi
 şart değildir. Numûnesinin görülmesi yeterlidir. Ancak malın
 geri kalan kısmı numûnenin aynı olmalıdır. Buna
 göre malı görmeden satın alan kimsenin bu malı
 kabullenmesi veya geri vermesi hususunda muhayyerdir. Zîra aldanması
 söz konusu olabileceğinden dolayı bu muhayyerlik hakkı müşteriye
 verilmiştir. 
 Bir müşteri satın aldığı
 malı bir kusurunu görse satın alıp almama konusunda
 muhayyerdir. İsterse bedeli karşılığında
 alır, isterse malı geri verir. Malın belirli bir özellikte
 olduğu söylenirse, o özellik bulunmayınca satış
 bozulabilir. Mesela onbeş kilo süt vermesi şartıyla
 satın alınan bir inek daha az süt verirse alıcı bu
 satışı bozabilir. 
 Birkaç mala ayrı ayrı fiyat biçilip müşterinin
 bunlardan birini tercih etmekte muhayyer olması. 
 Malın değerini düşüren bir ayıp
 veya kusur olursa alıcı muhayyer olur. 
 Alınan bir kumaşın defolu olması
 gibi. Ama müşteri bir maldaki kusuru görerek ve bilerek alırsa
 bu durumda alıcının muhayyerliği olmaz. Ancak
 satın aldığı kumaşın değerini yükseltecek
 şekilde boyasa, dikse ve ondan sonra kusurunu görse bundan dolayı
 ortaya çıkan değer eksikliğini satıcıdan alma
 hakkına sahiptir. Satıcı böyle bir işlemden geçen
 malı satış bedeli ile geriye almak isterse bu hakka sahip
 değildir; malı artık geri alamaz. 
 Alış-verişin şartları 
 Ticarette mübadele edilen malın kıymetli
 olması: Ticareti yapılan mal, kullanılması dînen caiz
 olan maldır; helal olan yiyecekler, giyecekler, çeşitli
 eşyalar gibi. Kullanılması haram olan eşyanın
 ticareti de haramdır. Peygamberimiz Mekke fethinde insanlara şöyle
 demiştir: "Allah ve Resulü şarap (bütün alkollü
 içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların
 satışını yasakladı." (Müslim, Müsakat,
 13). 
 İnsanlara haram kılınan şeyler, gerçekten
 onlara zararlı olan şeylerdir. Haram olan malları satanlar
 insanlara kötülük yapmış olurlar. Dînimiz böyle malların
 ticaretini yasaklayarak insanların birbirine kötülük yapmalarını
 önlemiştir. 
 Malın özelliklerinin belirli olması, gizli
 bir kusuru bulunmaması: Peygamberimiz şöyle buyurur:
 "Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı
 bozmakta muhayyerdir. Alan satan doğru söyler, malın
 özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri
 bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını
 gizlerlerse ticaretlerinin bereketi yok olur. " (Müslim, Büyû,
 11). Çünkü böyle bir alış-veriş, taraflardan birinin
 aldanması, zarara uğraması demektir. Bu ise dinde asla
 hoş görülmez. Satılan malda herhangi bir kusur varsa bu
 gizlenmemeli; açıkça belirtilmelidir. Ancak böyle satılırsa
 ticaret helal ve bereketli olur. 
 Satılan malın mevcut olması: Mevcut
 olmayan bir malın satışı caiz değildir. Mevcut
 olmayan malın alıcıya teslimi mümkün olmayabilir. Bu
 takdirde alıcı mağdur olacaktır. Böyle bir mağduriyeti
 önlemek için İslam hukuku, hemen teslim edilecek veya teslim
 edilebilmesi mümkün olan malların satışını
 uygun görmüştür. Peygamberimiz (s.a.s.) meyveler meydana gelmeden,
 tomurcuk veya çağla halinde iken satışını
 yasaklamış, ancak dönmeye başladığı bir
 zamanda satışına izin vermiştir. (Müslim, Büyû,
 13). Çünkü, olgunlaşmasına kadar meyvelerde pek çok hasar ve
 hastalık meydana gelebilir. Bundan da alıcı büyük zarar
 görür. Diğer taraftan bu safhada meyvelerin miktarlarını
 tahmin de güçtür. Bütün bu sakıncalarından dolayı
 mevcut olmayan malın satışına izin verilmemiştir. 
 Mal ve bedelin belirli olması:
 Alışveriş belirli bir malın belirli bir bedelle
 değiştirilmesidir. Mal veya bedelden biri belli olmazsa bu
 ticaret meşrû değildir. Müşteri satılan malı görmeli,
 kontrol etmeli gerekli incelemeleri yapabilmelidir. Satıcının
 da malı karşılığında alacağı
 şeyi; para ise miktarını başka bir mal ise, bunun ne
 olduğunu bilmesi lazımdır. Mesela: müşteri, cüzdanımdaki
 paraya bu malı bana sat dese, satıcı da kabul etse böyle
 bir alış-veriş caiz değildir. Bu tür alışverişlerde
 taraflardan biri için, mutlaka tehlike ve aldanma vardır. İslam'dan
 önce geçerli olan bu tür alışverişleri Peygamberimiz
 (s.a.s.) yasaklamıştır. Akit unsurlarından birinin meçhul
 olduğu bu tür alış-verişlerin hepsine
 "garar" denir. 
 Malın teslim alınması, (Kabz):
 Satım akdinde, alıcının herhangi bir engelle
 karşılaşmaksızın, satın
 aldığı mal üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması
 demektir. Bu işlem, satılan malın teslim alınması
 ile gerçekleşir. Kabz sayılan işlemler,
 satılanın durumuna göre değişir. Mesela ev veya
 arsanın teslimi; alıcının içine girmesi veya arsayı
 görecek şekilde yakınında durması yahut da evin
 kapı anahtarlarına sahip olması ile tamam olur. Menkul
 mallarda ise, satılanın fiilen teslim alınması veya
 alıcının tasarruf alanına sokulması ile meydana
 gelir. Ancak ölçü, tartı veya sayı ile satılan
 şeylerin kabzı; ölçerek, tartarak veya saymak suretiyle tamamının
 teslimi ile gerçekleşir (el-Kasanî, Bedayiu'sSanayî, V, 244). 
 Menkûl malların kabzdan önce satışının
 caiz olmadığı konusunda görüş birliği
 vardır. Delîl Hz. Peygamber'in şu hadîsidir: "Bir gıda
 maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe (teslim almadıkça)
 satmasın " (Buharî, Büyû, 54, 55, Müslim, Büyû, 29-34,
 34-36, 39, 41), Hadîste zikredilen gıda maddesi örnek kabilinden
 olup, diğer menkûl mallar da hadîs kapsamına girer. İslam
 hukukçularının çoğunluğu bu görüştedir. (el-Kasanî
 Bedayîu's-Sanayi, V, 234). Buradaki endişe; menkûl mallarda
 çokça karşılaşılan hasar veya bir ayıbın
 sirayeti ve bu yüzden sonraki müşterinin aldanma tehlikesidir.
 Diğer bir tehlike de ilk müşterinin malı kabzedememesi ve
 kendi müşterisine teslim edememesidir. Kabzdan önce satışın
 yüzyılımız ekonomisinde görülen zararlarından
 birisi de sun'î fiyat artışlarına neden
 olmasıdır. Şöyle ki: 
 Günümüzde, arz ve talep dengesi yüzünden,
 özellikle kontrollü arz sonucu üretici ile tüketici arasına, henüz
 mal piyasaya sürülmeden aylar önce, pekçok şahıs veya
 şirket girmektedir. Mesela, ana toptancı, üretici firmanın
 belki beş-altı ayda üretebileceği tüm malını
 daha üretilmeden kapatmakta; fakat henüz mal eline geçmeden, başka
 toptancılara, onlar da tüketiciye kar paylarını ekleyerek
 satmaktadır. Mal son alıcıya, sanki bir kaç elden
 geçtikten sonra ulaşmaktadır. Fakat gerçekte, ilk toplama ile
 son muşteri arasında yer alan kişiler, kendi
 aralarındaki işleri hep evrak üzerinde yürütmekte ve satış
 bedeline her biri ayrı ayrı kar eklemektedir. Mal, üretildiğinde
 son müşteriye doğrudan intikal etmektedir . 
 Piyasada akıcılık gibi görünen bu işler,
 gerçekte fiyatların sun'î olarak artışına, mal
 arzının kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü
 mal sürülmesine sebep olmaktadır. Kabzdan önce satış
 yasağı uygulanınca; ticaret muameleleri biraz ağırlık
 kazanacak, bunun yanında birtakım aracılar ortadan çıkmak
 zorunda kalacaktır. Çünkü nakliye, depo kirası, personel
 istihdamı vb. harcamalar, aracıları ve parazit
 şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır. Böylece, piyasada
 rayiç fiyatın tabii olarak oluşması imkan dahiline
 girecektir. 
 Sonuç olarak, satın alınan bir malın
 kabz ve teslim alınmadan önce satış yolu açık
 bırakılırsa; bir ambarda depo edilmiş malın
 fiyatı, o mal daha yerinden oynamadan elden ele, dilden dile
 dolaşa dolaşa sebepsiz yere yükseltilmiş olur. (Tecrîd-i
 Sarîh Terc. VI, 447, 450-451) 
 Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre kabzdan önce satış
 yasağı, arsa ve arazi satışlarını
 kapsamına almaz. Çünkü menkûl malların tesliminde ortaya çıkabilecek
 güçlük ve riskler (garar) gayr-i menkûllerde söz konusu değildir.
 Onun telef olma ihtimali azdır. (Alî Haydar, Mecelle Şerhi, I,
 407, mad. 253). 
 Ticarette kar sınırı: Ticarette maksat;
 insanlara hizmetle beraber, o işten bir kar sağlamaktır.
 Yalnız bu karın aşırı (ğabn-i fahiş*)
 olmaması gerekir. Genel olarak İslam, ticarette belirli bir
 kar haddi koymamıştır. Kar oranı satılan
 malların cinsine, özelliklerine göre değişir; Bazı
 mallarda düşük bir kar haddi yeterlidir. Toptan satışlarda
 ve değeri yüksek olan mallarda olduğu gibi. Bazı mallarda
 ise bu oran normal tutulur. Bozulma ihtimali olmayan mallar, perakende
 satışlar vs. gibi. Bazı mallarda da kar oranı yüksek
 olur. Bozulma oranı fazla çeşitli riskleri mevcut olan mallar
 gibi. 
 Kar oranı şartlara göre değişir.
 Fakat bu, her şeyden önce vicdan işidir. Çünkü müslüman,
 kardeşini aldatmaz, ona ihanet etmez, onu kendisi gibi düşünür.
 Yani satacağı malı almak istediğinde, ona
 ihtiyacı olduğunda, kendisine kaça veya hangi şartlarda
 satılmasını istiyorsa başkasına da öyle satar.
 İslamiyet belirli bir kar haddi koymamıştır derken,
 bundan, hiç müdahale edilemez manası çıkarılamaz.
 Devlet lüzum gördüğünde malların cinsine göre belirli kar
 hadleri (narh) koyar; buna uymayanları da cezalandırır . 
 Müslüman olarak alış-verişlerde dikkat
 edeceğimiz bazı hususlar vardır: Ticaretle meşgul olan
 bir müslümanın özen göstermesi gereken ilk önemli konu, haram kılınan
 malların satışını yapmamaktır. Allah bir
 şeyi haram kılmışsa, onun bedelini de haram
 kılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) şarapla
 ilgili olarak "İçilmesini haram kılan Allah'u Teala satılmasını
 da haram kıldı. " (Ebû Davud, Büyû, 64) buyurarak
 meseleyi gayet açık bir şekilde belirlemiştir. Aynı
 şekilde mümin bir kasabın, Allah'ın adı anılarak
 kesilmemiş olan bir hayvanın etini satması da böyledir.
 Çünkü hayvan boğazlarken kasden Allah'ın adı
 anılmazsa o et haram olur. Buna göre, bir müslüman böyle bir eti
 satamaz. Aynı şekilde put ve benzeri şeylerin de
 satışı İslam'da yasaktır . 
 Çalıntı olan bir malın
 satılması veya piyasaya sürülmesi de caiz değildir. Hz.
 Peygamber (s.a.s.)'in: "Kim bildiği halde
 hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir
 malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına
 ortak olmuştur" (Beyhakî, Sünen, V, 336). buyurduğu
 bilinmektedir. Buna gö~e ticaretle uğraşan bir müslümanın
 gerek mal alırken ve gerek satarken bu hususlarda titizlik göstermesi
 gerekir. 
 İslam toplumunda malların fiyatlarına
 sun'î olarak yapılan müdahaleler asla caiz değildir. Rasûlullah
 (s.a.s.): "Pahalılığı arttırmak için
 fiyatlara müdahale eden kimseyi kıyamet gününde büyük bir ateşin
 üzerinde oturtmayı Allah'u Teala üzerine almıştır"
 buyurmaktadır. (Bu hususta geniş bilgi için bk. Narh ve
 İhtikar maddeleri). 
 İslam toplumunda karaborsa (ihtikar)
 haramdır. Karaborsa, bir malın fiyatının artması
 için piyasadan çekilmesi, stok edilmesi, satılmaması ve
 fiyatı artınca satılmasıdır. Ticarette normal kar
 helaldir. Fakat, ticaretin gayesi her ne pahasına olursa olsun kar,
 hele aşırı kar elde etmek değildir. İslam'ın
 haram kıldığı aşırı kar yollarından
 biri de karaborsadır. Karaborsanın insanlara pek çok zararı
 vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 
 Piyasada sun'î darlık meydana getirmek, tüketimi
 sun'î olarak artırmak, bu vesîleyle enflasyonu yükseltmek, fazla
 fiyatla tüketicinin mağdur edilmesi,
 alıcı-satıcı arasındaki itimat, iyi niyet, sevgi
 ve saygının ortadan kalkması... Birkaç kişinin
 aşırı para kazanması için buna başvurması,
 günah sayılmıştır. Peygamberimiz
 karaborsacıyı şöyle tehdid eder. "Pazara mal getiren
 rızıklandırılmış; ihtikar (stok ve
 karaborsa) yapan lanetlenmiştir." (İbn-i Mace, Ticaret,
 6). 
 İhtikar dînen haramdır. Bazı müctehidler
 ihtikarın sadece insan ve hayvan yiyeceklerinde olduğunu kabul
 etmişlerdir. Yukarıda geçen hadîste ise genel bir ifade vardır;
 yani insanın bütün ihtiyaçlarını içine almaktadır.
 Buna göre yiyecek maddesi dışında kalan diğer ihtiyaç
 maddeleri de, karaborsacılığın sınırı içine
 girmektedir. Çiftçinin ürettiği malı bekletmesi ise ihtikar
 değildir. Çiftçi emeğini değerlendirmek için
 bekletebilir. Fakat o mala aşırı bir ihtiyaç duyulursa
 piyasaya sürmesi daha iyidir. 
 Malı değerinin altında almak:
 Satıcının paraya çok ihtiyacı olur, müşteri de
 bunu hissederek malı gerçek değerinin çok altında bir
 fiyata almak isterse, bu da dînen doğru bir hareket değildir. 
 Pazarlık etmek. Malın fiyatı;
 satıcı ile alıcının anlaşması
 sonucunda, yani pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık yapmak
 helaldir. Helal olmayan davranış, bir mala
 aşırı fiyat istemek veya değerinin çok altında
 fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık
 yaparken ikinci bir alıcının pazarlık yapması
 caiz değildir. Abdullah b. Ömer, pazarlık üzerine ikinci bir
 şahsın pazarlık yapmasını Peygamberimizin
 yasakladığını söyler. (el-Buharî, Büyû, 58,
 üslim, Büyû, 14). Malı alma niyeti olmaksızın
 fiyatı artırmak veya kırmak, böylece üçüncü
 şahıslara zarar vermek, kapalı veya açık
 artırmalarda yapılan hîle ve gizli anlaşmalar da
 haramdır. Bütün bu davranışlara dinimizde
 "necş: aldatma" denir ve Peygamberimiz tarafından
 yasaklanmıştır. (el-Buharî, Büyû, 64, Müslim, Büyû,
 14). 
 Alış-verişte yemin etmek. Pazarlık
 esnasında yemin etmek caiz değildir. Yalan yere yemin etmek ise
 daha büyük bir haramdır. Çünkü bu, basit bir kazanç için
 Allah'ın adını istismar etmek, müşteriyi
 kandırmaktır. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) kıyamet günü
 Allah'ın, yüzlerine bakmayacağı üç gruptan birinin;
 "...malı şu fiyata aldım deyip müşterinin
 kendisini doğruladığı ve malını satın
 aldığı kimse, " olduğunu bildirmektedir. (el-Buharî,
 Müsakat, 5; Müslim, İman, 46). Başka bir hadiste de
 Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Ticarette çok yemin
 etmekten sakının. Çünkü yemin sürümü artırır,
 fakat bereketi yok eder. " (Müslim, Müsakat, 27). 
 Ölçü ve tartının doğru olması,
 alışverişe ailenin
 karıştırılmaması. 
 İslam dini, insanları ahlaka, fazîlete ve
 muamelelerinde dürüstlüğe çağırır. Müslümanın
 en dikkate değer özelliği dürüst oluşudur.
 Alış-verişlerde hîleden maksat; bir kimseyi söz, fiil ve
 davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun
 yararına olduğunu telkîn etmek ve onu piyasa fiyatının
 dışında bir satış bedeline razı etmektir. 
 Ayet-i Kerîme'de şöyle buyrulur: "Azap
 olsun ölçüde tartıda noksanlık edenlere ki, onlar insanlardan
 ölçüp (haklarını) aldıkları zaman tam olarak
 alırlar. Fakat insanlara (verilmek üzere) ölçtükleri veya onlara
 tarttıkları zaman eksiltirler" (Mutaffifîn, 83/1-3). (Ayrıca
 bk. el-En'am, 6/152; el-İsra 17/35; eş-Şuara,
 28/181-183). 
 Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamber olduğu zaman
 Hicaz'da Araplar ticaretle uğraşıyordu. Peygamber (s.a.s.)
 vahiy gereği olarak düzenleyici bazı hükümler getirerek
 dürüst bir piyasanın teşekkülünü sağladı. 
 >>>>> 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.