Akıl 
Akıl  Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak,
 muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. insanların tehlikeye düşmesine
 engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü. 
 Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik,
 kemal ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden
 özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki
 şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir.
 Akıl insanoğluna verilmiş manevi bir kuvvettir. İnsan
 bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden
 güç İslam'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür.
 Bu güç insanda ana rahminde cenin* iken oluşan özelliktir. Bu
 erginlik çağına gelince gelişir ve gittikçe olgunlaşır.
 Bu da, zarûriyyatı anlayan güçtür. Bu güç ile elde edilen 'bilgi'ye
 gelince yerine göre kullanılmadığında
 akılsızlık özelliğini taşır. Kur'an-ı
 Kerîm bunu şu şekilde değerlendirir: "Onlar
 sağır, dilsiz ve kördürler. Zira akletmezler. " (el-Bakara,
 2/171) 
 Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allah, akıldan daha yüce
 bir mahlûk yaratmamıştır." ifadesiyle
 insanoğlunun sahip olduğu aklın doğuştan
 olduğunu; "Hiç kimse kendisini hidayete götüren ya da
 tehlikeden alıkoyan akıldan daha faziletli bu özellik kazanmamıştır."
 hadîsiyle de aklın insana sonradan verilen bir özellik olduğunu
 ifade buyurmuşlardır. (Ragıp el-İsfahanı, Müfredat,
 342) 
 Hadîste akıl kavramını ele
 aldığımızda; diyet vermek, anlamak, deveyi
 bağlamak, kavramak ve bilmek anlamlarında
 kullanıldığını görüyoruz. Hz. Peygamber "Akıllı,
 nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat
 için hazırlanan kimsedir." buyurmuştur. (İbn Mace, Zühd,
 31) 
 İmam Gazalı* aklı dört turlu tarif
 eder: 
 a) İnsanların diğer canlı
 hayvanlardan ayrılmasını sağlayan haslete akıl
 denir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazarî
 ilimler öğrenmeye istidat kazanırlar . 
 b) Küçük bir çocuğun, caiz olan şeyleri
 caiz, muhal olan şeyleri muhal kabul etmesi: İkinin birden çok
 olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde
 bulunamayacağını bilmesi gibi zarurî ilimlerdir. Bazı
 kelamcılar da akil, mümkün olan şeylerin var
 olabileceğini, mümkün olmayanların olamayacaklarını
 anlamak, gibi zaruri ilimler, diye tarif ederler. 
 c) Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır.
 Kim tecrübelerden anlar ve tecrübeler kendini olgunlaştırırsa
 ona akıllı; kim, tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona
 ahmak ve cahil denir. 
 d) Nazarî ilimlerin kendisiyle kavranıldığı
 bir özelliktir. İşte bu özelliğin bir dereceye yükselmesidir
 ki, insan onunla bütün bu işlerin netîcesini anlar ve akıbeti
 tehlikeli olan geçici lezzetlere davet eden şehvetini yener. Bu
 kuvvet kimde bulunursa, peşin şehvetinin arzusuna uymayıp
 akıbetini düşünerek hareket ettiği için "akıllı"
 sıfatını alır. Bu da insanı, hayvandan
 ayıran bir özelliktir. Buna da 'akl-ı müstefad' denir. 
 Allah'ın insanlara bir vergisi ve lûtfu olan aklın
 hakikati hakkında alim ve filozoflar arasında görüş
 ayrılığı olmuştur. Bu sebeple aklın tarifi
 de çeşitli ve tartışmalıdır. Bütün bu
 ihtilaflara rağmen akıl, maddî bir kuvvet olmayıp, mücerret
 ve ruhanî bir cevher ve ilahî bir nûrdur. Bu sebeple akıl, "Nefs-i
 Natıka" (Konuşan Nefis) veya "Nefs*in bir kuvveti
 olup, ilim ve fenler onunla idrak olunur." denmiştir.
 Alimlerin çoğunluğuna göre akıl, insanı ilim ve
 irfana ulaştıran bilgi sebeplerinden biridir. Akıl yolu ile
 elde edilen bilgiler ya zarûrî ya nazarî, yani istidlalî olur.
 Zarurî olan bilgiler, araştırma ve ispatlanmaya muhtaç olmadan
 herkesçe bilinen bilgilerdir. 5, 10'un yarısıdır, güneş
 ışık verir, ateş dokunanı yakar, gibi bilgilerdir. 
 Nazarı bilgiler ise, bilinen fikirleri, usûlüne
 göre tertiplemek suretiyle bilinmeyen bir sonuca vararak elde edilen
 bilgilerdir. 
 Aklı kullanarak nazarî bilgileri yani bilinen
 bilgilerden hareketle bilinmeyen bilgileri elde etmenin yolları
 üçtür: 
 a) Cüzîden cüzîye, fertten ferde intikaldir ki
 buna temsil veya kıyas-ı fıkhı denir. Temsilde esas,
 cüzîden cüzîye geçiştir. Bu yolla elde edilen bilgi zan ifade
 eder. Mesela: Su bir sıvıdır, hararetle
 buharlaşır. Pamukyağı da bir sıvıdır. O
 halde pamukyağı da (su gibi) hararetle buharlaşır. Su
 hakkındaki hüküm pamukyağı hakkında da
 verilmiştir. Ancak varılan bu netice her maddede kesinlik ifade
 etmez. 
 b) Genel ve küllî hükümler vasıtasıyla cüz'î
 bir önerme elde etmek. Buna kıyas-ı mantıkı veya
 sadece kıyas* denir. Bütün ilimlerin fiîlî tatbikatı
 bununla yapılır. İlmin yollarının en kuvvetlisi
 budur. İlliyet (sebep) kanununu idrak ve tatbik sayesinde akıl,
 Allah'ın varlığına delil olan ayetlerden (el-Bakara,
 2/163) Allah'ın varlığını, birliğini ve her
 şeyi kuşatan rahmetini anlar ve keşfeder. Kıyas
 şartlarına uygun olarak yapılırsa kesinlik ifade eder.
 Mesela: Bu alem değişmeler halindedir. Her değişmeler
 halinde olan şey sonradan olmuştur. O halde, bu alem de
 sonradan yaratılmıştır (hadistir). Bu misalde
 görüldüğü gibi, iki kaziye (önerme) vasıtasıyla,
 bilinmeyen cüz'î ve nazarî bir hüküm elde edilmiştir. 
 c) Cüz'î ve özel hükümlerden, küllî ve genel
 hükümlere varma. Buna da istikra' denir. İstikrada esas, kıyastakinin
 aksine olarak, cüz'î olan şeyleri tetkîk ederek, küllî bir
 hükme varmaktır. İstikra, bütün cüz'leri içine alırsa
 buna istikra-ı tam denir. Bu tür istikralar kesin bilgi ifade
 ederler. İstikra bazı cüzleri tetkikle yetinilerek yapılmışsa
 buna istikra-ı nakıs denir ve bu yolla elde edilen bilgi zan
 ifade eder. 'İstikra-ı tam çok zor olduğundan,müsbet
 ilimlerde 'istikra-ı nakıs' kullanılır. Bu sebeple,
 müsbet ilimlerde varılan neticeler çok defa zannî olup, kesin değildir.
 Yani elde edilen hüküm değişebilir. Bunun için de birçok
 ilmî nazariyeler zamanla değişmektedir. İstikra-ı nakısa
 misal: Demir, çelik, bakır, kalay... madendir. Demir, çelik, bakır...
 hararetle uzar. Netice: O halde bütün madenler hararetle uzar. Bu
 misalde olduğu gibi, bir çok maden nevîlerinde yapılan deneme
 sonunda varılan ortak hüküm, bütün madenlere teşmîl edilmiştir.
 Cüz'îlerin hükmü,bütün cüz'lere yani "külle" verilmiştir.
 Fakat, ilerde hararetle uzamayan bir maden keşfolunca, bu genel hüküm
 değişebilir. O halde bu hüküm kat'î değil, zannîdir. 
 Bu yollardan birinde veya hepsinde yürüyen aklın,
 netîceye varmak için takip ettiği iki tür seyri vardır:
 Birincisi ağır, tedrîcî olan düşünme teemmülî
 seyirdir. Buna fikir denilir. Bu maddede neticeye yavaş yavaş ve
 düşünme (tefekkür) ile varılır. Diğeri de bir anda,
 bir hamlede istenilene erecek derecede serî ve anî olan seyirdir. Bu
 tür seyre "hads" denilir. Hads da iki kısımdır: 
 1) Kendi mevzûuna göre belli bir tahsil, tecrübe ve
 karşılıklı bilgi alışverişi neticesinde
 elde edilen bir melekedir ki kesbidir. Yani belli bir araştırma
 neticesinde kazanılır. Teorik ve pratik tahsil ve ilmî terbiye,
 bu gayeye ermek içindir. Buna "akl-ı mesmu" da denilir. 
 2) Doğrudan doğruya
 yaratılışta varolan, Allah vergisi bir melekedir. Buna da
 "kuvve-i kudsiyye", "akl-ı matbu ", veya "garizî"
 denir. Herkesin bu tür akıldan az çok nasibi vardır. Bu
 olmayınca akl-ı mesmu'un hiç hükmü olmaz. Bu tür aklın,
 basit bir zeka seviyesinden, peygamberlerin aklî seviyesine kadar
 birçok mertebeleri vardır. Aklın en yüksek mertebesine akl-ı
 evvel denir. Başlangıçtan sonu, sondan başlangıcı,
 evvelden ahiri, ahirden evveli tam bir olgunluk ve gerçek ile gören bu
 akl-ı evvel, Hz. Muhammed'in nûrudur. Nitekim bu konuda Hz.
 Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın ilk yarattığı,
 benim nûrumdur. " "Allah'ın ilk yarattığı,
 kalemdir", "Allah'ın ilk yarattığı
 akıldır. " buyurmuştur. Akıl için yol birdir. O
 da hak yol (tariki hak) dur. Kur'an'da bir çok yerde aklın ve
 akletmenin gereği vurgulanmaktadır. Sadece hislerle müşahede
 edilen hadiselerin gerçek manası, ancak müşahedenin akıl
 ile birleştirilebilmesiyle anlaşılır. Bunun içindir
 ki Allah'ın varlığına delalet eden binlerce hadiseye
 şahid olan birçok insan, müşahedelerini akıl ile
 birleştirmediğinden, bu hadiselerle kendisine verilmek istenen
 mesajı anlayamamıştır. Yine böylece peygamberlerin
 gösterdiği mûcizelere karşı müşahede ile aklı
 birleştirmeyen birçok insan, fevkalade olan mûcizelere sadece
 hislerle cevap vermiş ve neticede inkar yolunu tutmuştur. Oysa
 Allah; 
 "...Şüphesiz hep bunlarda akıllı
 olan bir ümmet için elbet Allah'ın birliğine delalet eden
 ayetler vardır." (Bakara, 2/164) buyurmuştur. 
 Akıl, insanoğlunun en üstün vasfıdır.
 Çünkü, Allah'ın emanetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve
 yine akıl sayesindedir ki insan, Allah'ın
 rızasını elde edebilir. 
 İlmin kaynağı ve kökü akıldır.
 Akla nisbetle ilim, ağaca nisbetle meyve, güneşe nisbetle nûr,
 göze nisbetle görme gibidir. Allah akla, nûr adını verir. (en-Nûr,
 24/35) Akılla elde edilen ilme rûh, vahiy, hayat adını
 verir, (eş-Şûra, 42/52), (el-En'am, 6/122). 
 İmam Gazalî'nin İhya'sında İbni
 Abbas (r.a.)'dan rivayete göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle
 buyururlar: "Her şeyin bir aleti, bir hazırlık ve
 istidadı var; müminin aleti akıldır. Her şeyin bir
 biniti var; kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir
 direği var; dinin direği akıldır. Her kavmin bir
 dayanağı var; ibadetin dayanağı akıldır.
 Her kavmi bir çağıran var; abidleri ibadete çağıran
 akıldır. Her tacirin bir sermayesi var; müctehidlerin sermayesi
 akıldır. Her ailenin bir idarecisi var; sıddîklar evinin
 bakıcısı akıldır. Her harabenin bir tamircisi var;
 ahireti imar eden akıldır. Herkesin kendisini andıracak
 olan ardından bir geleni var; sıddîkları andıracak
 olan akıldır. Her yolcunun bir çadırı var; müminin
 çadırı akıldır." 
 İnsanı kainattaki diğer
 canlı-cansız varlıklardan ayıran ve ona üstünlük
 kazandıran akıldır. Aklı olmayana, akıllıya
 verilen değer verilmez, onu bir takım emir ve yasaklarla sorumlu
 tutmak mümkün değildir. "Aklı olmayanın dini de
 olmaz", hadîsinin manası da budur. Dînin ve ilaveten dünyanın
 insanları ilgilendiren bütün emir veya yasakları ancak
 akıllı insanlar için geçerlidir. Aklî dengesini kaybetmiş
 olanlara böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Yine böylece emir ve
 yasaklara uyma veya uymamanın dünya ve ahirete ait ceza ve
 mükafatı da akıllı insanlar için geçerlidir. Yaratılışta
 akıllı olduğu halde, müşahedelerini aklı ile
 birleştirmeyen insanlara da mecazî olarak akılsız insan
 denir: 
 "Eğer duyup akıl edeydik biz de
 Cehennemlikler arasında olmazdık. " (el-Mülk, 67/10).
 ayeti bu tür insanların durumunu dile geçirdiği gibi
 çevremizde her gün yüzlercesini gördüğümüz suçlu insanların
 durumu da aynıdır. Aklın yolu birdir, o da hak yoludur. Bu
 yolu kabul etmeyenler akılsızlıklarının
 cezasını çekerler. Yaratılıştaki bir tabiat ve
 kendisiyle eşyanın hakikatını idrak edebilen akıl,zeka,
 zeyreklik, ahmaklık fitrîdir. Yani yaratılıştandır.
 Ahmak insan kendisini aldanmaktan koruyamaz. Akıl ve fehm,
 insanın yaratılışında bulunur.
 Yaratılışlarında akıl ve fehimden (anlayıştan)
 mahrum olanlar, bunları sonradan temin edemezler. Ancak bunların
 asılları kimde varsa, o, tecrübe ve denemelerle bunları
 inkişaf ettirebilir, geliştirebilir. Demek ki bütün
 saadetlerin esası, akıl ve zekadır. Tirmizî'nin "Nevadir"inde
 rivayet edildiğine göre şanı yüce olan Allah, kulları
 arasında aklı parça parça taksim etmiştir. Akl-ı selîm
 sahibi aklını, doğrulukta, olgunluk yolunda kullanan
 insandır. İlahî bir vergi, rûhanî bir nur olan aklın
 mahiyeti, görülebilen maddî bir varlık olmadığı için,
 tam olarak bilinememektedir. İlahî bir sır olan aklın
 mahiyeti de ebediyyen anlaşılamayacaktır. Mahiyeti ne
 olursa olsun, insan, akıl ile ilim ve tekniği keşfeder.
 Aklı olmayan varlık, mükellef değildir. Din akla hitap
 eder. Allah'ın varlığını bilmek ve onu isbat
 etmek, ancak akılla olur. Ne var ki akıl her şeyi
 kavrayabilecek güçte değildir. İnsandan bir cüz olduğu için,
 insanın diğer uzuv ve kuvvetleri gibi sınırlı
 vekusurludur. Belirli bir sınır içerisinde hükmünü yürüten
 akıl, fizik ötesindeki bir çok hakikati kavrayamaz, dinin birçok
 gerçeklerini bilemez. Bu hakikatler ise ancak vahiy* yolu ile bilinebilir.
 Dinin bildirdiği gerçekleri ancak akıl ile anlayabiliriz. Gerçekler
 akıl ile bağdaştığı halde, gerçek
 olmayanlar da daima akıl ile çelişki halindedir. Bu nedenle
 akıl, hak ve gerçek din olan İslam ile daima birlik ve yardımlaşma
 halindedir. 
 Cengiz YAĞCI 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.