Akaıd 
Akaıd  Dînin temel hüküm ve prensiplerini özlü bir
 şekilde anlatan kaide ve düstûrlar. Akaid kelimesi inanç anlamına
 gelen "Akide" kelimesinin çoğul şeklidir. Kesin
 olarak inanılan şey, iman ve anlayış şekli
 demektir. Akaid; ibadeti değil, inancı; yani ameli değil,
 imanı esas alan İslamî kaîde ve hükümlerin tümüdür. Kısaca
 akaid, Kur'an ve Sünnet ışığında İslam
 Dini'nin iman esaslarından sistemli bir şekilde bahseden düstûrlardır. 
 İslam'ın inanç manzumesi "Amentü"
 cümlesinde toplanmış bulunmaktadır. Bu da, Allah'ın
 varlığına ve birliğine, meleklere, kitaplara,
 peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin
 Allah'tan geldiğine imandan ibarettir. Bunlar İslam akîdesinin
 ve tevhid* inancının esasını oluşturan temel düsturlardır. 
 İslam'ın ilk dönemi olan Asr-ı Saadet'te,
 Resulullah (s.a.s.)' hayattayken diğer bütün İslamî ilimler
 gibi akaid ilmi de yazılmamış ve henüz tedvîn edilmemişti.
 Zira vahiy devam ediyor; Müslümanlar karşılaştıkları
 bütün problemleri derhal Hz. Peygamber'e götürüp vahyin
 ışığında çözüme kavuşturuyorlardı.
 Ashab her husûsta olduğu gibi akide konusunda da Kur'an'a ve
 Resulullah'a tam bir teslimiyet içindeydi. Resulullah'ın onlara
 getirdiği bir inanç prensibini kesinlikle tartışma konusu
 yapmaz, bunun üzerinde görüş belirtmezler; hatta buna asla ihtiyaç
 duymazlardı. Resulullah'ın mescitte biraraya gelip akîdeyi
 ilgilendiren "kader"* konusunu tartışan bazı sahabîleri
 bu tartışmadan alıkoyduğunu görüyoruz. 
 Hz. Peygamber'in ahiret'e irtihalinden ve dolayısıyla
 vahyin kesilmesinden sonra ashabın çoğu, 'asr-ı
 saadet'teki saf ve berrak İslamî anlayışlarını
 korudular. Buna rağmen toplum içinde meydana gelen gelişmeler
 karşısında, ister istemez bazı problemler ile ilgili
 olarak yeni tartışmalara girişiyorlardı. Özellikle
 halîfelerin seçimi ile ilgili olarak bazı görüş
 ayrılıkları meydana gelmiş, bilhassa Hakem
 olayından sonra Şîa*'nın ve bunlara karşı tam
 aksi görüşleri savunan Haricilerin* ortaya çıkışı,
 beraberinde değişik anlayışları da müslümanların
 gündemine getirmiştir. Aynı şekilde Hz. Osman'ın
 şahadetinden sonra az da olsa beliren bazı görüş
 ayrılıkları, daha sonra III. Halife'nin katli meselesi
 tartışmalarına dönüşmüştü. Buna bağlı
 olarak, adam öldürenin iman durumu da görüş
 ayrılıklarına zemîn hazırladı. İnsan
 öldürmek büyük günah (kebîre) olduğuna göre, "Büyük
 günah işleyen kimse Müslüman mıdır, kafir midir, yoksa
 fasık mıdır?" gibi bir soru gündeme geldi. 
 Dört halife döneminden sonraki devrede ise daha değişik
 anlayışlar belirince zamanla kaderi inkar eden Kaderiye*
 mezhebi vücuda geldi ve yine bu dönemde Allah'ın bazı
 sıfatlarını inkar eden Cebriye* mezhebi doğdu. Kelam*
 ilmi ve Mu'tezile* mezhebi yukarıda ifade ettiğimiz büyük
 günah * işleyen (Mürtekib-i kebîre)'in iman durumu ile bağlantılı
 olarak ortaya çıkmıştır. Bu gibi kimselerin, iman ve
 küfrün ortasında orta bir menzile olarak kabul eden "Fısk"
 derecesinde bulunduklarını ileri süren Mu'tezilenin bu ve diğer
 bir çok anlayışına karşı çıkılmıştır.
 Mu'tezilenin akla dayalı olarak izah ettiği bir çok husûsu
 reddeden selefi alimler onları "ehlri bid'at" * olarak
 vasıflandırmışlardır . 
 Selef* alimleri Kaderiye, Cebriye, Mu'tezile ve
 Şia ile Hariciler'e karşı, ilm-i Tevhid* ve
 Fıkh-ı Ekber* adını verdikleri İslam akaidi ile
 ilgili eserlerinde kendi düşüncelerini ileri sürmüşlerdir. 
 Akaid ile ilgili olarak Ehl-i Sünnet arasında
 üç ayrı ekol meydana gelmiştir. Bunlar Ebu'l-Hasen
 el-Eş'arî'nin geliştirdiği Eş'ariye* imam Maturîdî'nin
 geliştirdiği Maturîdiyye* ve Ehl-i Sünnet-i Hassa olarak
 bilinen Selefiyye * ekolleridir. 
 Akaid kitapları veya diğer adıyla
 Tevhid ve Fıkh-ı Ekber olarak bilinen eserlerde genel olarak
 Ehl-i Sünnet'in görüşlerini yansıtan konular şu
 şekilde ele alınmıştır: Öncelikle "asılların
 aslı" olan Allah'u Teala'ya iman etmek ve onun sıfatlarını
 tümüyle tevîle girmeden kabullenmek. Bunun yanında diğer iki
 önemli esas vardır ki bunlar da peygamberlere ve ahirete iman
 meselesidir. Bu üç esas İslam akaidinin ilk üç temelini oluşturmaktadır.
 Yukarıda saydığımız altı iman esasından
 geriye kalan Kitaplara ve Meleklere iman ise, peygamberlere imana
 bağlı olarak işlenmektedir. Zira üç temel esastan biri
 olan peygamberlere iman gerçekleşince, ister istemez bu
 peygamberlerin getirdikleri haber olarak Kitaplara ve Meleklere de iman
 etmek kaçınılmaz olur. 'Kader'e, hayır ve şerrin
 Allah'tan geldiğine iman ise, Allah'ın sıfatları içinde
 ele alınmakta olup, Allah'a iman ile doğrudan doğruya
 bağlantılıdır. 
 İslam akaidini oluşturan bu altı iman
 esasına bağlı olarak zamanla bir çok konu tartışılmış
 ve gün geçtikçe İslam akîde kitaplarına yeni yeni konular
 eklenmiştir. İlk dönemlerde Fıkh-ı Ekber'in
 yazıldığı dönemde konular Allah'ın
 sıfatları ve bunların yorumları çerçevesinde iken;
 zamanla Kur'an'ın mahlûk olup olmadığı, Cennet'te
 Allah'ın görülüp görülemeyeceği meselesi, insanın
 fiilleri, insanın güç yetiremeyeceği meselelerde kişinin
 sorumluluğu (Teklif-i Mala Yutak*), rızık, ecel, hidayet-dalalet,
 ahiret hayatı, kabir azabı*, sual, öldükten sonra dirilme,
 dünyada işlenen amellerin tartılması, sırat, Havz,
 Cennet-Cehennem, afv, şefaat, vesîle, imanın
 artması-eksilmesi meselesi; peygamberlere iman ve bunlara
 bağlı olarak mu'cize, melekler, kitaplar, mi'rac ve keramet
 meseleleri, Hilafet, imamet tartışmaları, dört halifenin
 raşid hilafeti, ümmetin imamında aranan özellikler, sahabe
 ve onlardan hayırla söz etme, aşere-i mübeşşere,
 Deccal, Ye'cüc-Me'cüc meselesi ve bunlar ile ilgili daha pek çok diğer
 problem akaid kitaplarına konu olmuştur. 
 Zamanımıza kadar intikal eden ve önceki
 alimlerin ele aldıkları bu meselelerin dışında
 bugün İslam toplumunun karşı karşıya
 kaldığı durumlarda yeni yeni meseleler gündeme gelmiş
 ve akîdeyi ilgilendirip ilgilendirmediği
 tartışılmağa başlanmıştır.
 Totaliter, Laik*-Sosyalist* veya Laik Demokratik* Liberalist sistemlerde
 yaşayan müslümanlar ister istemez bir çok konu ile karşılaşmakta
 ve bu sistemlerin vücuda getirdikleri usûl ve yaşayış
 tarzlarına karşı nasıl bir tavır
 takınacaklarını bilememektedirler. Bundan dolayı müslümanların,
 hakimiyeti altında yaşadıkları sistemlerle olan
 ilişkilerinde kaçınılmaz olarak karşı
 karşıya kaldıkları ve bazen bir hayli
 zorlandıkları bu problemlerini çözme hususunda da bazı
 tartışmalar açılmış ve bunlar bugün bir akîde
 konusu olarak işlenip kitaplara geçmiş bulunmaktadır. 
 İslam akaidinin temelini oluşturan
 altı iman esası ve bunlara bağlı olarak diğer
 zikrettiğimiz hususların hemen hemen her biri ayrı bir
 madde olarak ilgili yerlerde tekrar işlendiğinden bunların
 teferruatına burada girmiyoruz. 
 İslam akaidi ile ilgili olarak yazılan en
 meşhur eserler arasında İmam-ı A'zam'ın
 Fıkhu'l-Ekber'*ini; İmam Maturidî'nin Kitabu't-Tevhîd'ini:
 Ömer Nesefi'nin Metnu'l-Akaid'ini, Nureddin es-Sabûnî'nin
 el-Bidaye'sini, zikredebiliriz. Bunların yanında Taftazanî'nin
 Şerhu'l-Akaid adlı eseriyle Şehristanî'nin, Abdulkadir
 el-Bağdadî'nin, İmam Gazalî'nin, Kadı Adudiddin
 Abdurrahman b. İcî'nin, Seyyid Şerif Cürcanî'nin eserleri de
 çok okunan kayda değer eserlerdir. 
 Ahmed AĞIRAKÇA 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.