Agıt 
Agıt  Ölü ardından söylenen, ölüyü yücelten ve
 belli bir makam ile terennüm edilen şiir. Ayrıca ölen kişinin
 fazilet ve kahramanlığından söz edilerek ağlamak
 anlamına kullanılmaktadır. Ağıt yakmak
 insanın acı ve elemini dile getiren bir duygunun ifadesi
 olduğu için hemen hemen bütün toplumlarda görülen bir alışkanlıktır.
 Eski Yunan, Çin, Sümer, Mısır, Arap ve Türk toplumlarında
 ağıt yakma adetine rastlanmaktadır. Bazen ölenin başucunda
 toplanan kadınlar tek tek saç-baş, yaka-paça yırtıp
 ağıt söyleyip ağlarlar bazan de cenaze* kalktıktan
 sonra ölenin eşya ve elbisesi ortaya konup, kadınlar
 etrafında toplanıp, şiddetle ağlayarak üst ve başlarını
 yırtar, saçlarını yolar ve durmadan dövünür, elleriyle
 yüz ve vücutlarına vururlar. Bu davranışlar ölü mezara
 götürülürken de yapılırdı. 
 Eski din ve toplum anlayışlarına yeni
 bir bakış açısı getiren İslam, her hususta olduğu
 gibi cenazenin kaldırılması, defni ve definden sonraki
 durumlarına kendine has usûl ve çözümler getirmiş ve ölüm
 ile karşılaşıldığında, insanın
 ızdırabını nasıl ve hangi ölçü ve prensiplerde
 ifade edebileceğini belirlemiştir . 
 Öncelikle insanı yaratan ve onu sevdiklerine
 veren Cenab-ı Allah'tır. Ölümle de insanın ruhunu
 kabzeden yine Allah olduğuna göre, Allah'a inanan bir mü'min böyle
 bir musibet karşısında cahili bir takım duygu ve
 alışkanlıklarını yok etmesini bilmelidir. Hz.
 Peygamber (s.a.s.) her hususta olduğu gibi ölüm karşısında
 da müminlere sabırlı olmalarını tavsiye etmiştir. 
 Rivayete göre Resulullah'ın kızı Hz.
 Zeyneb'in can çekişen çocuğunun ölmek üzere olduğunu
 babasına bildirince Hz. Peygamber kızına şu haberi göndermişti: 
 "Allah'ın aldığı da
 verdiği de kendinindir. Onun katında her şey belli bir
 ecele bağlıdır. Sabret ve sevabını Allah'tan
 bekle." 
 Enes b. Malik'ten şöyle rivayet edilmiştir:
 Resulullah ile birlikte oğlu İbrahim'in süt annesi olan Ebû
 Seyf Berra' b. Evs'in zevcesinin evine gittik. Resulullah, oğlu
 İbrahim'i kucağına aldı, öptü, kokladı.
 İkinci kez o eve gittiğimizde İbrahim can çekişiyordu.
 Nihayet ruhunu teslim etti. Resulullah'ın iki gözü yaş dökmeye
 başladı. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf: 
 "Ya Resulullah! Halk musibet anında
 sabretmeyebilir, fakat sen de mi?" diye hayretini ifade etti. Bunun
 üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): 
 "Ey Avf'ın oğlu! Bu durum, bir
 babanın çocuğuna karşı beslediği rikkat ve
 şefkat*tir. Yoksa sabır* ve tevekkülü* zedeleyen bir haykırış
 ve ağıt yakma değildir. " buyurdu. Sonra
 Resulullah'ın bu göz yaşlarını diğer
 damlaların izlediği görüldü. Bunun üzerine de Resulullah (s.a.s.)
 şöyle buyurdu: 
 "Göz ağlar ve kalb mahzûn olur. Biz,
 Rabbimiz'in razı olacağı sözden başka bir kelime ile
 kederimizi ifade etmeyiz. Ey İbrahim, senin
 ayrılığınla çok mahzun ve kederliyiz." (Buharî,
 Cenaiz, 44; Ebû Davud, Cenaiz, 24; İbn Mace, Cenaiz, 53, 60;
 Ahmed b. Hanbel, III, 193) 
 "Nihaya"; nevh kökünden alınmış
 olup, "ağlarken sesi yükseltmek" demektir. Hadîsler bağırıp
 çağırmanın haram olduğunu açıklamışlardır.
 Ebû Malik el-Eş'ari (r.a.)'den rivayete göre Resulullah (s.a.s.)
 şöyle buyurmuştur: 
 "Ümmetimde, cahiliyet işlerinden olup,
 terketmedikleri dört şey vardır: Geçmişleriyle övünmek,
 kişilerin neseplerine ta'n etmek, yıldızlardan yağmur
 beklemek ve ölünün ardından bağırıp çağırmak."
 Yine şöyle buyurdu: "Bağırıp çağıran,
 ölmeden önce tövbe etmezse kıyamet günü üzerinde katrandan bir
 gömlek ve yırtık bir deri olduğu halde kalkar." 
 Ümmü Atıyye (r.a.) şöyle demiştir:
 "Resulullah, ölüye bağırıp çağırmayacağımıza
 dair bizden söz aldı." Bezzar'ın, ravileri sika'dan olan
 bir senetle rivayet ettiğine göre; Resulullah (s.a.s.) şöyle
 buyurdu: 
 "İki ses dünya ve ahirette lanetlenmiştir.
 Nimet zamanı çalgı çalmak, musibet zamanı inlemek. "
 Buharî ve Müslim'de, Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den rivayet ettiğine
 göre; o demiştir ki; Resulullah'ın uzak olduğu şeyden
 ben de uzağım. Resulullah bağırıp çağırmaktan,
 musibet zamanı başını yolmaktan ve yaka
 yırtmaktan nehyetmiştir." İmam Ahmed b. Hanbel'in Enes
 (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki:
 "Resulullah (s.a.s.) kadınlarla bey'atleştiği zaman,
 bağırıp çağırmamaları hakkında
 onlardan söz aldı." Kadınlar: "Ya Resulullah,
 cahiliyet döneminde bazıları bizimle beraber ölülerimize ağlaştılar.
 Şimdi biz de onların ölülerine ağlamayalım mı?",
 Resulullah (s.a.s.): "İslam'da ölünün arkasından
 bağırarak ağlaşmak haramdır" buyurdu. 
 Resulullah'ın: "Ölüye akrabalarının
 ağlaması onun azabını arttırır." (Buharî,
 Cenaiz, 32; Meğazi, 8; Müslim, Cenaiz, 16, 17 vd.; Ebu Davud,
 Cenaiz 54) buyurduğu bilinmektedir. Ancak Hz. Aişe (r.a.)'ya
 bu hadis hakkında görüşü sorulunca, Hz. Peygamber'in bununla,
 kafir kimse için akrabaları ağlarken kendisinin de azap
 edildiğini kasdettiğini söylemiştir. Hadisin manası:
 "Ölü acı duyar, ehlinin ölü için bağırıp çağırması
 onu üzer. Çünkü o ağlamalarını işitir.
 Yaptıkları işler ona arz olunur." demektir. Yoksa
 "ailesinin ağlamasından dolayı azap ve ceza görür"
 anlamında değildir.Çünkü hiçbir kimse diğerinin günahını
 yüklenemez. İbn Cerir'in Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğine
 göre, o şöyle demiştir: "Yaptığınız
 işler yakınlarınızdan ölenlere arz olunur. Eğer
 bir hayır görülürse, buna sevinirler; kötülük görürlerse hoşlanmazlar." 
 Ölü arkasından yas tutma durumuna gelince;
 kadının, ölen yakınları için, kocası izin
 verdiği müddetçe üç gün yas tutması caizdir. Üç günden
 fazla yas tutması ise haramdır. Ancak ölen, kendi kocası
 ise iddet boyunca yas tutması gerekir. İddet müddeti ise, dört
 ay on gündür. Ümmü Atiyye (r.a.)'den rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.s.)
 şöyle buyurmuştur. "Kadın üç günden fazla ölüye
 yas tutamaz. Ancak ölen kendi kocası ise, dört ay on gün yas tutar.
 Yas elbisesi hariç boyalı (nakışlı elbise giymez, sürme
 çekmez, koku sürünmez, kına yakmaz, yıkanma
 dışında taranmaz. Hayızdan temizlenip
 yıkandığında ise güzel koku sürülü bir bez parçasını
 kullanması caizdir." Yas tutmak; kadının, süsleneceği
 süslerden sürme, ipek koku ve kına gibi şeylerden vazgeçmesidir.
 Yas tutmak yalnız kocanın hakkına vefa etmek ve hakkını
 gözetmek için iddet boyunca kadına aittir. 
 İslam alimlerinin bu hadislerden hareketle vardıkları
 sonuç şudur: Bir kimse ölüm musibetiyle karşılaşınca
 mutlaka kederlenir. Fakat sadece sessiz ağlayarak
 bağırıp çağırmadan, yüzüne gözüne vurmadan,
 elbisesini yırtmadan ah ve feryad etmeden kederini açığa
 vurmasında bir sakınca yoktur. Fakat böyle bir anda müslümanın
 kendinden geçip adeta Allah'ın verdiği bu canı almakla
 ona isyan* edercesine ah ve figan ederek, üstünü başını
 yırtıp yüzünü gözünü tırmalaması asla caiz*
 değildir. 
 İbn Mace, Ebû Ümame'den rivayet edilen bir
 hadisi şöyle kaydetmektedir: "Ölüm karşısında
 ölü için yüzünü tırmalayan, yakasını yırtan ve
 mahv ve helakini isteyen kadına Allah gazab eder. " (İbn Mace,
 Cenaiz 52). Bu duruma göre ölüye ah ve figan ederek, elbisesini yırtıp,
 bağırıp çağırarak ağlamak haramdır. 
 Ahmed AĞIRAKÇA 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.