Adalet 
Adalet  Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve
 herkesin hakkını verme, haksızlıklardan
 uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf
 ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir
 kavram olan adaletin zıttı zulüm,* gadr* ve insafsızlıktır. 
 İslam'da adalet, hukuk önünde herkese eşit
 davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından
 dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslam
 bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı
 olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini
 almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere
 uymamış, akrabalık ve yakınlık
 bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir
 ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf
 farkını göz önüne almış bir adalet
 anlayışı getirmiştir. Bunun için İslam, toplum
 içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan
 prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına
 alan bir düzen kurmuştur. 
 "Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için
 şahitlik* edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın
 aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya
 fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine
 de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için heva ve
 hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz
 çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır."
 (en-Nisa, 4/135). 
 Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin
 düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslam'ın
 kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkan yoktur.
 İslam, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için
 hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın
 rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine
 Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu
 esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir
 nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların
 yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim
 biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme
 görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslam ümmeti
 bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup
 taşmıştır. 
 "...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz
 zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58) İlahî
 emrin hikmeti gayet açıktır. 
 "Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden
 kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin
 sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya*
 yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah
 yaptıklarınızdan haberdardır." (el-Maide, 5/8). 
 İslam'ın emrettiği adalet
 doğrultusunda kainatın düzeninin ayakta durması tabiî
 bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı
 yerde zulüm hakimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler
 zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin
 uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm
 yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40). Bu Kur'an-ı Kerim'de sık
 sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir: 
 "Allah, adaleti ve ihsanı* emreder. " (en-Nahl,
 16/90). 
 "Allah size emanetleri* ehline vermenizi ve
 insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi
 emreder." (en-Nisa, 4/58). 
 "Hükmettiğin zaman onlar arasında
 adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever."
 (el-Maide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurat, 49/9). 
 Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle
 hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır: 
 "Hükmünde, yönetimi ve velayeti altındakiler
 hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler
 üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmare, 18). 
 "Adil devlet başkanı ve idareciler
 mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himayesine mazhar
 olacakların öncüleridir." (Buharî, Edep, 36). 
 Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı
 geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlakî
 adaleti kapsamaktadır. 
 Adaletin İslam toplumunda, yönetimde,
 muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla
 uygulanması önemli bir hedeftir. İslam devletinde uygulanan
 ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde
 sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması
 demektir. Müminlerin kardeş ilan edildiği,
 yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların
 hak sahibi oldukları, İslam'da adalet anlayışının
 tezahürleridir. 
 Ayrıca kaza* işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde
 Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir.
 Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği
 ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kafir *, zalim * ve fasık
 * oldukları ilan edilmiştir. (el-Maide, 5/44, 45, 47) Bundan
 dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.): 
 "Kıyamet gününde insanların Allah'u
 Teala'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı
 adil devlet başkanıdır. " (Tirmizî, Ahkam, 4)
 buyurmuşlardır. 
 Hz. Peygamber'in İslam'ı tebliğ etmekle
 görevlendirildiği dönemin arefesinde Cahiliye devri Arapları
 boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş
 durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde
 İslam gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı.
 Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının
 yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz
 konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu. 
 Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan
 Fatıma adında bir kadının hırsızlık
 yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.)'in huzuruna
 getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi.
 Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten
 olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî
 böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infazının
 durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in
 çok sevdiği Üsame b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının
 affedilmesini istediler. Üsame'nin böyle bir şefaatte
 bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.)'e çok ağır geldi. Hemen
 ashabını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle
 hitap etti: 
 "Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış
 toplumların neden dolayı yollarını
 şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz?
 Asilzadeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman
 onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları
 cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine
 kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup
 Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış
 olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd,
 2) 
 Bugünkü beşerî sistemlerde hakim zümre ve
 belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu
 halde İslam hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı
 ve imtiyaz hakkı yoktur. 
 Adil Halife Hz. Ömer, hilafeti döneminde ashabtan
 Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana
 gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o
 dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sabit*'e gitmişlerdi.
 Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı
 saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder
 sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış
 karşısında şöyle demişti: 
 "İşte bu davranışın,
 şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk
 adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde
 oturacağım." 
 Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını
 ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum
 karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı
 Zeyd İbn Sabit, Übey'e şöyle dedi: 
 "Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut.
 Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana
 böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Hz. Ömer son
 derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul
 etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sabit hakkında şöyle
 dedi: 
 "Halife ile herhangi bir müslüman hakkında
 eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava
 götürülmemelidir." 
 Ayrıca mahkemelerde şahitlik
 yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler
 olması şart koşulmuştur. 
 İslam'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli
 müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi
 bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.)
 zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise
 İslam toprakları oldukça genişlediğinden bazı
 sahabiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı
 olarak vazife görmüşlerdi. 
 Divanü'l-Mezalim, Şurta ve Hisbe* gibi
 teşkilatlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya
 çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da
 "Darü'lAdl"* adıyla bir adalet dairesi meydana
 getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu
 mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar
 zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde
 kurulup yaygınlaştırılmıştır. 
 Şamil İA 
 
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.